top of page
  • Meryem Karataş

İnsanoğlunun en büyük fantezisi: Ölüm


En büyük fanteziniz nedir? Bunun türlü türlü cevapları vardır. Bence insanoğlunun en büyük fantezisi ölümdür. Ama bunu farkında değildir. Hepinizin “Neden ölmek en büyük fantezim olsun?” dediğini duyar gibiyim. Fakat bunun cevabını şimdi vermeyeceğim. Ama yazının ilerleyen kısımlarında neyden bahsettiğimi anlayacaksınız.


İnsan hayattaki en büyük fantezisinin ölüm olduğunu düşünmez tıpkı sizin de düşünmediğiniz gibi. Bu yüzden insanoğlu bu noktada kendine bir arzu nesnesi (objet petit a) seçer tıpkı sizin de seçtiğiniz gibi. Arzu nesnesini inceleyerek aslında en büyük fantezinizin ne olduğunu anlamaya çalışalım ne dersiniz?


Arzu nesnesi Fransız düşünür Jaques Lacan’ın kullandığı bir terimdir. Lacan, arzu nesnesinin aslında gerçek bir nesne olmadığını da belirtmiştir. Çünkü arzu nesnenizi seçip ona ulaşmayı hayal ederken gerçek nesneyi kafanızda mükemmelleştirip aslında olmayan bir şeye dönüştürürsünüz.


Düşünürün bu olguda bir diğer kullandığı terim ise Jouissance. Jouissance Fransızca’da zevk anlamına gelirken orgazm anlamına da tekabül etmektedir. Lacan’a göre Jouissance acıdaki zevk ya da zevkteki acıdır. İnsanlar hayalindeki mükemmeli yani arzu nesnesini elde etmeye çalışırken kendini zorladıkça zorlar. Sınırlarını her daim daha da zorlayıp “mükemmele” ulaşmaya çabalar. Bu yolculukta acı ve zevk birbirini takip etmeye mahkumdur. Daha fazla acı çektikçe arzu nesnesine daha çok yaklaştığını hisseder. Fakat arzu nesnenize asla ulaşamazsınız çünkü arzu nesneniz aslında gerçek değildir. Ona ulaşabilmenin tek yolu onu yok etmektir. Bir diğer yol ise kişinin arzu nesnesinin ta kendisi olmasıdır. Bu ikisi bu yazıda bahsedeceğimiz ölüm itkisine yol açar.

Thanatos Lacan’ın ilham aldığı Freud tarafından Eros’a yani yaşam içgüdüsüne karşıt olarak ortaya atılmıştır. Thanatos Yunan mitolojisinde ölüm tanrısı iken İngilizceye Freud’un teorisi ile beraber ölüm itkisi olarak çevrilmiştir. Freud, her insanda nasıl bir yaşam içgüdüsü varsa buna karşılık ölüm itkisi de olduğunu savunmuştur. Ölüm itkisi kendimize zarar vermemizin ve en sonunda yok olmamızın sebebidir. Ölüm itkisinin hayatımıza yansıması ve dışa vurumu vardır ama çoğumuz bunların sebebinin ölüm itkisi olduğunun farkında değildir. Ölüm itkisiyle kişi kendine zarar verebildiği gibi karşısındakine de zarar verebilmektedir. Hepimizin

aşina olduğu saldırganlık bile aslında kendimize veremediğimiz zararı karşı tarafa vermeye çalışmamızdan kaynaklıdır. Bunun altında yatan en büyük etken memnuniyetsizliktir. Bir şey bizi tatmin etmediği takdirde ortaya ölüm dürtüsü çıkar. Ve bunu bir savunma mekanizmasıyla karşı tarafa saldırarak dışa vururuz. Benim düşüncem ise ölüm dürtüsünü karşı tarafa yansıtmanın tamamıyla korkaklık olduğu. Kendi içindeki thanatosla savaşamayanlar agresifleşir ve saldırganlaşır. Bunu bir film karakteri üzerinden açıklayabiliriz. Vereceğim örnek aslında gerçek hayattan esinlenerek çekilen Miloš Forman’ın Amadeus filmi olacak. Evet son zamanlarda adını duyduğunuz Selçuk Yöntem ve Okan Bayülgen’in oynadığı tiyatronun ta kendisi. Orijinalinde bir tiyatro metni olan Amadeus, 1984 yılında film olarak karşımıza çıkmıştır. Bu filmde Antonio Saliere ve onun ilk başta idolü

fakat sonra en büyük düşmanı haline gelen ünlü piyanist Wolfgang Amadeus Mozart’ın hikayesidir. Film ölüm itkisini yaşayan Saliere’in gözünden anlatılmaktadır. Saliere’in küçüklüğünden itibaren en büyük tutkusu müziktir. Bu öyle bir tutkudur ki müzikle ilgilenmesini engelleyen babasının ölümünü kendi için bir mucize olarak tanımlar çünkü müzikle arasında engel kalmamıştır. Kendini sadece Tanrıya adayacağına söz veren Saliere’i karşılığında Tanrı’dan kendisini büyük bir besteci yapmasını diler. Ve hayatı boyunca Tanrıya verdiği sözden dolayı kendi içindeki id kavramını baskılar. İdolü ise ünlü Mozart’tır. Fakat Saliere’in arzu nesnesi Mozart gibi olmakken, Mozart’la tanıştıktan sonra kendini Tanrı tarafından kandırılmış hisseder. Saliere’in yıllarca kendini Tanrı’ya adayıp bastırdığı tüm hazlarına karşı Mozart’ın bu hazları sonuna kadar yaşayan bir “serseri” olduğunu fark eden Saliere, Tanrı’ya karşı isyan eder. Böylesine ilahi bir yeteneği nasıl olur da böyle pervasız bir adama verdiğine akıl erdiremez. Saliere, Mozart’taki yeteneğin Tanrıya ne kadar biat ederse etsin ona verilmeyeceğini anlar. Bu noktada Saliere’inin arzu nesnesine ulaşması imkânsız hale gelmiştir. Bu yüzden tek seçeneği onu yok etmektir. Mozart’ı yavaşça zehirleyerek öldüren Saliere arzu nesnesine onu yok ederek ulaştıktan sonra bu onda ölüm itkisi oluşturur ve akıl sağlığını kaybeder. İntihara kalkışan Saliere arzu nesnesini yok ettikten sonra düştüğü boşlukla beraber aslında neden arzu nesnemize asla ulaşmamız gerektiğinin bir kanıtıdır.


Saliere’in aksine arzu nesnesini yok etmek yerine arzu nesnesinin ta kendisi olarak Jouissance’ını en uç noktasında yaşayan bir karakter de tıpkı Saliere gibi ölüm itkisine düşer. Burada da Darren Aranofsky’nin Black Swan filmindeki Nina Sayers karakterini ele alabiliriz. Filmin temelinde en iyisi olmak için çabalayan balerin Nina, yeni aldığı başrolde her ne kadar mükemmellik ve saflığı temsil eden beyaz kuğu için ideal olsa da şehveti ve

kötülüğü temsil eden siyah kuğuyu canlandırmakta oldukça kötüdür. Film boyunca Nina siyah kuğuyu canlandırabilmek adına kişiliğindeki o çekingen ve utangaç engelleri aşmaya çalışırken filmin sonunda siyah kuğuyu canlandırmayı başarmak adına kendine bir ayna parçası saplar. Nina’nın arzu nesnesine ulaşmasının tek yolunun kendini öldürmesi her ne kadar seyirciler tarafından anlaşılması güç olsa da bu durum insan için arzu nesnesine ulaşmanın tehlikesini en güzel biçimde anlatıyor. Nina’nın arzu nesnesine ulaşıp hem siyah kuğu hem de beyaz kuğuyu en mükemmel şekilde sergiledikten sonra Jouissance’ını en uç noktasında yaşadığını karakterin suratındaki memnuniyetten görebiliyoruz. Dudaklarından “mükemmel” kelimesi döküldüğünde ne dediğini anlamaya çalışan bale hocasına verdiği cevap ise “Hissettim…Mükemmeldi. Ben mükemmeldim.” olur. Hazzın en uç noktasına ulaşmayı başaran karakter Nina tıpkı Saliere gibi bunu ölüm itkisiyle sonlandırır.


Yazının başında insanın en büyük fantezisinin ölüm olduğundan bahsetmiştim. İnsanlar kendilerine farklı bir fantezi, farklı bir arzu nesnesi seçse bile bu fanteziyi gerçekleştirdiğinde de ya da gerçekleştirmesinin imkânsız olduğunu fark ettiğinde de durum hep ölüm dürtüsünün başarısıyla sonuçlanır. Bu yüzden her ne kadar fark etmesek de arzu nesnemizden yaşam içgüdümüz sayesinde kaçarız. İçten içe en büyük fantezimizi gerçekleştirmek istemeyiz. İstediğimiz takdirde ise ölüm içgüdümüzle onu kovalarız ve ölüm içgüdüsünün sizi götürdüğü yer kaçınılmazdır.


425 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page