top of page
  • Sena Öndün, Ceren Köker

Arter’de Sanat Molası

"Sanat alanı çatı kurar, yer verir, bir alan açar ama içeriği oluşturan aslında sanatçılardır."

fenêtre: Bizlere kısaca Arter’den bahsedebilir misiniz?

Başak Doğa Temür: Arter, 2010 yılında Vehbi Koç Vakfı tarafından kuruldu. Vehbi Koç Vakfı, eğitim ve kültür-sanat alanında faaliyetler düzenleyen bir vakıf. Aynı zamanda Türkiye’deki ilk özel müzeyi o açtı. Arter de aslında Vehbi Koç Vakfı’nın “çağdaş sanat” alanındaki bir süredir devam ettirdiği çalışmalarının bir sonucu olarak 2010 yılının mayıs ayında açıldı. Arter, ileride açılacak bir çağdaş sanat müzesine hazırlık için bir laboratuvar olarak tasarlanmıştı, öyle de işledi. 2018 yılında açılması planlanan çağdaş sanat müzesinin inşaatı şu an Dolapdere’de devam ediyor. Bir yandan da Arter bilhassa Türkiye’deki ve dünyadaki çağdaş sanat üretimini desteklemek ve görünürlük kazandırmak amacıyla kuruldu. 2009’dan itibaren çağdaş sanat alanında hareketlenme oldu. 2000’lerin başında Türkiye’nin AB müzakereleri döneminde oluşan sanat alanında hareketlenmenin devamı niteliğinde pazarda da bir hareketlenme oldu. Ama sanata sadece görünürlük kazandırmaya çalışan, ticari amaç gütmeyen çağdaş sanata odaklanmış bir kurum yoktu. Bu açığı kapatmaya çalıştık.


fenêtre: Arter’in sanatçıyı destekleyen projeleri hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?

B.D.T: Senede bir defa yeni eser üretimini desteklediğimiz sergilerimiz var. Belirlenen bir kavramsal çerçeve etrafında sanatçıları davet edip, sıfırdan yeni eserler üretmesine destek oluyoruz. Sadece maddi bir destek değil bu; Arter ekibi olarak onlarla kol kola, diz dize hep beraber o eserlerin üretimi için çalışıyoruz. Bunlar genelde hem yüksek bütçe isteyen işler hem de bazen teknik bilgi gerektiriyorlar. Bu konularda sanatçılara destek olma amacı güdüyoruz.


fenêtre: Arter ismi nasıl orta çıktı?

B.D.T: Kurucu direktörümüz Melih Fereli fikri olarak ortaya çıkmış. Hem İngilizce’de ana damar anlamına gelmesi ve şehrin ana arterinde, İstiklal Caddesi’nde konumlandırılmış olması hem de Fransızca’da “sanat için alan” anlamını karşılaması düşünülmüş. Arter’in en önemli iki misyonunu da içinde bulunduruyor.

fenêtre: Genellikle mesenlik ile açılan/sürdürülen müzeler ve sanat galerilerinin dışında son yıllarda sanat inisiyatiflerinin de sanat çevrelerinde aktif rol aldığını gözlemliyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

B.D.T: İkisinin de misyonları ayrı. Sanatçı kolektiflerinin yaptıkları, yapabilecekleri şeyler çok başka; mesenlikle yürüyen müzelerin, kurumların, sanat merkezlerinin misyonları farklı. Kolektiflerin Türkiye bağlamında çok farklı yapılanmalarla geliştiğini görüyoruz. Toplumsal problemlere yönelik, belki direniş amacıyla yapılan şeyler olarak değerlendirebilirim. Kolektifler tam bağımsız mekânlar. Diğerleri sonuçta birçok şeyle kısıtlanabilir; maddi olarak, biyolojik olarak mesenlikle kurulmuş yerler tam bir özgürlük potansiyeli belki de taşımıyorlar.


İkisinin bir arada olması aslında çok heyecanlı ve ümit verici bir şey. Birbirini besleyecek şeyler çünkü bunlar. Sanat alanı çatı kurar, yer verir, bir alan açar ama içeriği oluşturan aslında sanatçılardır. İşlevleri farklı ama birbirinden ayrı düşünülemezler, birbirlerini besliyorlar. Tabii bu arada bir de ticaretiyle uğraşan kurumlar var onlara galeri deniyor. Bunları da yabana atamayız, dışlayamayız. Bu üçü bir şekilde herkes birbiriyle dayanışma halinde.

fenêtre: Biraz da Arter'in güncel sergilerinden bahsedersek...

B.D.T: Bu senenin son iki sergisi, 15 Ocak’a kadar sürecek olan Nil Yalter’in solo sergisi Kayıt Dışı ve Bilge Friedlaender’ın Sözcükler, Sayılar, Çizgiler sergisi. Nil Yalter, Türkiye’nin ilk kuşak sanatçılarından, gençliğinde Paris’e göç ediyor. Zaman zaman Türkiye’ye gelip gidiyor. Türkiye’de belki de değeri biraz geç fark edilmiş bir sanatçı. Son 5-10 yılda keşfedilmiş birisi. “Kayıt Dışı” ismi genel olarak Nil Yalter’in çalıştığı konulara ve kullandığı anlatım biçimlerine bir atıfta bulunuyor; çok farklı mecraları kullanıyor, belgeseller, şaman ritüelleri… Nil Hanım kayıt dışı kalmış kişileri konu edinip kayıt altına alıyor; toplumun dışına itilmiş işçiler, çocuklar, göçmenler... Bilge Friedlaender ise bir dönem Türkiye’de kaldıktan sonra Amerika’ya göç ediyor. Nil Yalter’in ve Bilge Friedlaender’ın ortak noktaları ikisinin de Türkiye’den göçmüş olmaları. Küratörlüğünü kızı Mira Friedlaender ve Işın Önol yapıyorlar. Bu sergi de 1971-83 yılları arasında yaptığı bir dizi işe yoğunlaşıyorlar. Hem önceki hem sonraki işlerini anlamak için bir kılavuz gibi. Basit malzemelerle, çok mütevazı bir dil kullanarak ürettiği minimalist sayılabilecek çalışmalar.


fenêtre: Arter'de gezme fırsatı bulduğumuz tüm sergiler oldukça başarılı, popüler ve geniş çaplı. Sergilenecek sanatçıya, sergi düzenine, hatta serginin ismine nasıl karar veriliyor? Bu bağlamda bir serginin açılışına kadar nasıl bir süreç takip ediliyor?

B.D.T: 3 yıllık sergi programı evvelden belli. Yürütme Kurulu tarafından karar veriliyor. Onlar programı hazırlıyorlar. Her sene mutlaka bir tane tamamen yeni üretimlerden oluşan bir sergi de koymaya gayret ediyoruz. Solo sergiler, sanatçıların işlerine daha derinlemesine geniş çaplı bakan sergiler koymayı da hedefliyoruz. Çalışmalara çok öncenden başlanıyor. 2-3 yıl öncesinden sanatçılarla iletişime geçiyoruz. Tarih belirliyoruz, sözleşmeleri imzalıyoruz sonra çalışmaya başlıyoruz.

fenêtre: Sizin sanatla tanışıp bu yolda ilerlemeniz nasıl gelişti?

B.D.T: Ben sinema televizyon bölümü mezunuyum. Genelde ülkemizde kimse üniversite hayatına ne yapacağını bilerek başlamıyor. Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken hocalarımızdan biri İstanbul Bienali’nin yönetmeniydi, aynı zamanda da küratörlük yapıyordu. Onun öğrencisi olarak bir ilgiyle başladım. Onun sergilere götürmesi, çeşitli ödevler vermesi sonucu bir merakla başladı. Görsel sanatlara bir ilgim olduğunu biliyordum ama bu alana ben küratör olacağım diye giriş yapmadım.


fenêtre: Görev tanımınızı biraz açabilir misiniz?

B.D.T: Bunu bir örnek ile anlatayım: Mesela bir solo sergi yapacağız. Sergiye nasıl yaklaşılacağını, nasıl bir sergi olacağını küratör belirliyor. Ben diyebilirim ki, bu sanatçının 40 yıllık bir birikimi var, hayatta ama biz buna retrospektif bir sergi yapalım ve ilk gününden bugüne kadar tarihsel bir yaklaşımla ele alalım veya sadece belli bir temaya yoğunlaştığı işleri seçelim. Serginin ismi bile aslında bunun bir parçası. Onu küratör ve sanatçı birlikte seçiyorlar ama sergiye bir anlam katmalı. Bütün bu işleri seçmekten, eserleri nasıl konumlandırdığınıza, bir videoyu ne kadar büyük bir ekranda sergilediğinizden onu bir odada sergileyip sergilemediğinize kadar bunların hepsi küratöryel kararlar aslında. Birazcık bir hikâye anlatmak gibi aslında.

fenêtre: Günlük hayatınızda insanlara küratör olduğunuzu söylediğinizde nasıl tepkiler alıyorsunuz?

B.D.T: Gerçekten çok değişik durumlar yaşanıyor. Mesela banka formlarında hep sorarlar mesleğiniz ne diye. Bir kere kelimeyi anlamak zor; birkaç kere tekrar etmem gerekiyor. Bir de ne olduğunu anlatmak durumunda kalıyorum. Hiçbir zaman tek kelimeyle cevap verip geçebildiğim bir soru değil benim için. Mesela hastanedeyim tansiyon ölçtürüyorum, hemşire form dolduruyor bir taraftan. Uzun uzun öz geçmiş anlatmak durumunda kalıyorum. Türkiye’de henüz tanınmıyor, bilinmiyor.


fenêtre: Ülkemizin şu an içinde bulunduğu koşullarla sanat arasındaki ilişki nasıl ilerliyor? Nasıl bir özgürlük çerçevesinde çalışılıyor?

BDT: Genel olarak tüm Türkiye’de nasıl bir özgürlük çerçevesi varsa bu sanat için de geçerli. Mesela yakın bir olaydan örnek vereyim. Comtemporary İstanbul’da bir sanatçının işine bir saldırı oldu ve buna karşı sanat dünyası hemen birlik oldu. Hangi bağlamda olursa olsun kimse bir sanat eserine saldırılmasını hoş görmüyor. Bu Türkiye’nin dinamikleriyle ilgili çok ilginç bir şey, başka yerlerde başka şekillerde tepkiler gelişebilirdi. Türkiye’de böyle durumlarda sanat dünyası hemen birlik oluyor.

fenêtre: Türkiye’de sanata bakış açısı nasıl? İnsanlar Arter’e popüler olduğu için mi geliyor yoksa gerçek bir sanatsever kitleden bahsedebilir miyiz?

B.D.T: Birçok farklı kitle var. Öncelikle gerçek sanat izleyicisi bir kitle var. Sanat hakkında okuyorlar, sanatla ilgileniyorlar, başka sergileri, yayınları takip ediyorlar, imkânı olan yurtdışındaki sergilere, bienallere gidiyor. Arter özelinde konuşmak gerekirse İstiklal Caddesi’nde olduğu için tesadüfen giren de çok kişi oluyor. Vitrinde ne olduğuna bağlı olarak giren kişiler oluyor. Bazen bazı insanlar ne olduğunu alamadan da çıkıp gidiyorlar. Ama bu konuda bizlerin de pek fazla yapabileceği bir şey yok. Biz böyle çok baskın, çok öğretici, didaktik bir kurum olmak istemiyoruz. Bu yüzden hep minimal şeyler yapıyoruz. Bir tane ücretsiz rehber hazırlıyoruz gelen ziyaretçilere yönelik. İçinde sergilerin yerleşim planları, sergilerle ilgili herkesin anlayabileceği dilde yazılmış metinler olmasına dikkat ediyoruz. Geldikleri zaman bunları almalarını telkin ediyoruz. Tabii şu an çok da oranlara vuramıyorum ama gerçek sanat izleyicisinin oranının düşük olduğunu düşünüyorum. Bir de fotoğraf çektirmek için giren bir kitle var tabii ki. Bir kimlik meselesi aslında belki de bu. Şehirli insan giyim tarzıyla, gittiği kafeyle, giydiği ayakkabının markasıyla ve gezdiği sergiyle bir kimlik oluşturuyor. Sosyal medyada takip ediyorsunuz; ne içmiş, ne yemiş, kahvesini nasıl içmiş ve Arter’de hangi eserin yanında fotoğraf çektirmiş. Bütün bunlar bu kimliğin bir parçası oluyor. Bu sadece sanatla ilgili değil hayatı yaşamakla ilgili bir durum aslında. Ama çoğunluk değiller bunu da söyleyebilirim.

fenêtre: Türkiye’de yerleşmiş bir sanat algısından bahsedebilir miyiz?

B.D.T: Böyle bir sanat eğitimi ne yazık ki Türkiye’de yok. Temel eğitimin içinde bir sanat eğitimi yok ve oluşturulması için de pek uğraşılmıyor. Sanat müzelerine de çok fazla gidilmiyor, en azından bize böyle bir istekle gelinmiyor. Şu an böyle bir talebi zaten karşılayabilecek durumda değiliz. Fakat 2018 yılında müzemiz açıldığında okul gruplarını ve birlikte öğrenme meselesini ele almak istiyoruz. Özellikle gençleri müze ziyaretçisi yapmak ve okul gruplarına da açık ziyaretler gerçekleştirmek istiyoruz.


fenêtre: Dergimizin sloganı “özgür bırak” size ne ifade ediyor?

B.D.T: Pek çok şey ifade ediyor aslında. Düşünceleri, duyguları özgür bırakmak. Bence bunlar çok önemli. Çok samimiyetle yapılan bir şey değil bu. Aslında belki de herkes birbirini özgür bıraksa dünya daha iyi olacak. İyi hisler uyandırıyor. Gençlerin de kendilerini özgür bırakmaları önemli.


45 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page