- Berat Erbaş, Tolga Kırkalı
Manifestosuzluk Manifestosu
Biz “biz” diyoruz, ama bu sizin “ben” demenizi engellememeliydi.

Öncelikle belirtmek isteriz ki: biz bir ruh değiliz, bir yerlere de dadanmıyoruz. En azından henüz böyle bir karar vermedik, gelecekte yapmamız kuvvetle muhtemel. Tarihte pek çok farklı amaca sahip veya gayeye sahip, hangisini tercih ederseniz, insanlar belirli bir amaç için bildiriler yayınlamışlar. Bu bildirilere dünyaca “Manifesto” veya bunun çevirisi olan kelimeler yakıştırılmış. Her bir manifestonun farklı rengi ve zevki vardır, ki bunlar da tartışılmaz. Amma veya fakat, hangisini tercih ederseniz, biz bunu tartışacağız.
Öncelikle Anarşist Manifesto’yu ele alalım. Böylesine bireysel özgürlük üzerine temellendirilmiş bir düzene toplumsal düzen adı veriliyor olması başlı başına bir tezatlıktır. Bunun yanı sıra tarihin herhangi bir sayfasında herhangi bir toplumun benimsemiş olduğu bir toplumsal düzen haline gelememiştir, dolayısıyla amacına ulaşamamıştır. Ayrıca, sunuyor oldukları düzende insanlar üst tabaka bir yaşam sürmek isteyeceğinden toplum yapılanmasında aksaklıklar olacaktır.
Sürrealist Manifesto ise bambaşka bir hikâye. Zaten gerilerinde kalmış olan bir akımı yererek düşene bir de onlar vuruyor adeta. Üstelik Realizm’i eleştiren bu akımın isminin içerisinde birebir Realizm geçiyor; yani nereden bakılırsa bakılsın, Realizm’in en bariz örneklerinden biri. Evet; bilinçdışı, yazılarında bir üslup ama yazmış olduklarını okumadıkları gerçeği bizi tedirgin ediyor. “Ansızın yanlış bir şey yazarlarsa ne olacak?” sorusuna bir türlü cevap bulamıyoruz.
Komünizm’deyiz. Dünyanın en çok bilinen manifestosu olan Komünist Manifesto’su, bir manifestodur. Bu metin George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanından esinlenilmiştir. Kaynağı bir roman olan bir düşünce ne kadar mantıklı olabilir? Bu roman atların domuzlara yaptığı zulmü anlatır. Komünist Manifestosu tamamen hayvan haklarını savunduğundan zamanın çevrecilerini, Yeşilçamcıları, oldukça etkilemiştir. Bu da pek çok kalitesiz romantik komedinin peydahlanmasına sebep olmuştur.
Bütün bu örneklerin ışığında vardığımız yegâne ve kaçınılmaz sonuç, manifestoların işlevsiz bir yayılım biçimi olmasıdır. Dolayısıyla manifesto kavramının hiç olmamış olması gerektiğini düşünüyoruz.
Yazılan manifestoları insanlar okumuyor, dolayısıyla haberdar olamıyorlar. Metinler çok uzun, 60-70 sayfa kadar ve bu maruz kalınması için çok fazla bir miktar. Üşenmemek elde değil. Biz sizin önünüze ciltli yemek tarifi koysak; okur muydunuz? Hayır. Peki, biz yemek tariflerimizi geçtiğiniz bir sokakta bağırsak duyar mıydınız? Tabii ki. Sokaklar zaten insanların birbirine bir dizi şeyler bağırması içindir, neden bu platformu kullanmıyorsunuz? Üstüne üstlük okuma yazma bilemeyen adam nasıl okuyacak? Ona yazık değil mi? Sırf bir şey bilmiyor diye dışlamak yakışır mı? Sırf bir fikriniz var diye bunu basıp para kazanmanız ne kadar doğru? Bizce değil. Bir dergiye verseniz o bassa daha mantıklı.
Sokakta bağırma konseptine geri dönecek olursak, o da oldukça rahat ve maliyetsiz. Sadece bir ağzınız olması gerekiyor veya ağzı olan birisi bulmanız gerekiyor. Aktarmak istediğiniz aktarımı bahsi geçmiş kişi aracılığıyla sokak platformundan rahatlıkla duyurabilirsiniz. Neden insanları bir şeyler okumaya zorluyorsunuz? Neden fikrinizi entelektüel temellere oturtmaya çalışıyorsunuz? Bir fikir, Aydınlı için ne kadar fikirse, Karanlı için de o kadar fikirdir. Binaenaleyh fikirler göl değildir. Lütfen, fikirlerinizi yazı yoluyla dile getirmekten vazgeçseydiniz.

Bir fikir belirtmek için kitleleşmek zorunda değildiniz. Kitleleşerek oluşturmuş olduğunuz ekibi kıskanmış olabiliriz, ama bu size gözümüze sokma hakkını vermez. Bunun yanında, mahalle kavgasına gider gibi, adam toplarcasına, kendinizi kalabalık göstermek adına “biz” eklemini kullanarak konuşmuş olmanız o kadar da korkutucu değil. Hem niye toplu bir şekilde fikrinizi aktarma ihtiyacı hissettiniz ki? Gayet tek kişi söylese de etkili olurdu. “Ben” eklemini kullanmak bu kadar zor muydu? Yani tamam: yazılan yazılmış, okuyan okumuş, çizen çizmiş, basen basmış, üşenen üşümüş, kangren altmış, e parmak da kolmuş; ama yine de biz “ben” demenizi tercih ederdik. Biz “biz” diyoruz, ama bu sizin “ben” demenizi engellememeliydi. Biz örnek alınacak insanlar değiliz. Öyle olsak musluktan su içerdik. Bunu başaran insanlara çok imreniriz. Hele bunu başarmış insanlara daha çok imrenirdik. Genel olarak imrenmeye karşı, sevme şeklinde kendini gösteren bir eğimimiz var. Ona rağmen kitleleşmeye eğilmiyor isek, bu konuda haklıyızdır. Her şey bir kenara, şallar güzel enstrümanlardır.
Şimdi manifesto dediğin, öyle her şeye yazılmaz. Adabı vardır manifestonun, soğuk suyla içilir. Dertlenmek için yazılmaz, neşe için hele hiç yazılmaz. Bu doğrultuda her konunun manifestosu olmaz. Ciddi bir müessese olan manifesto yazma süreci bir fikir beyan etmek zorunda değildir, hatta fikir beyan etmemesi tercih edilesidir. Yaptığımız araştırmalar sonucu, bu kalitede yazılmış olan çok sınırlı sayıda metne denk geldik. Manifestoların olmaması gerektiğini düşünen bizler bile, SCUM adlı manifestoyu desteklemenin eşiğinden dönmüş bulunmaktayız. Andy Warhol’dan imza almaya çalışan bir kadının hikayesini anlatan bu manifesto, büyük bir derinliğe sahiptir ve aynı zamanda Türk edebiyatının ilk psikolojik romanıdır. Türk psikolojik romanlar, manifestoların bir alt türüdür. Bu alt türün diğer ünlü örnekleri arasında; Yeni Gine Klasisizmi, Kırmızı Bir Top, Kendini Bilmez Ayı ve Ayna, Çatırdayan Ütü, Ege ve Tasarruflu Ampul (4. Baskı önsözü), 10’lu Priz Kullanım Kılavuzu ve İbrahim Müteferrika’nın Dünyası bulunmaktadır. Varmak istediğimiz sonuç, manifestoların konu seçimlerinin ve yazım biçimlerinin sinemaya uyarlanabilecek olmasının esasiyetidir.
Açıkçası, bu kadar da dert etmemek lazım. Genel olarak birçok şey bu denli kafaya takıp, bilmem kaç sayfa (60-70) yazı yazmaya değmez. Bir kere, ayıp. Biz bile 3, bilemedin, 4 yaprakta işimizi hallediyoruz. Bu çabanın sonucunda da kimse size şekerleme vermiyor. Şekerleme kazanamadığınız bir çabanın ne anlamı olabilir? Hiç ya da birkaç. En iyisi rahat olmak bu konularda. Manifesto yazacağınıza kendinizi şımartabilirdiniz. Bir masaja kim hayır derdi ki? Hele ki o masaj Suat Abiler Masaj Salonu’nda yapılıyorsa tadından yenmez. Mart ayına kadar sürecek olan indirimleri bu fırsatı turistler için daha cazip ve çekici ve hoş-duran ve koşturan kılıyor. Böyle bir fırsatlar zengini hayat ve ilgi magneti bir Masaj Salonu var iken, manifesto yazmaya zaman ayırmak adeta insanın kendini keselemesine benzer. 1. Maddenin 7. Hırkasında belirttiğimiz gibi Suat Abiler Masaj Salonu’na giderken veya şekerlemenizin tadını çıkarırken sokaklarda düşüncelerinizi haykırmakta bir kuş kadar, ve belki daha, özgürsünüz.

Ciddi konulara gelmek gerekirse, çünkü tezatlık (ki bu bir ara cümledir), kimi fail-i meçhul manifestolar devlet görevlileri, kamu personelleri ve memurlara yok yere iş çıkarıyorlardı. Bu da ahlaktan arındırılmış bir etikti; ki bu da bir Hintli kişi türüdür. Bu etik tipi kabul edilmemeliydi, nedense bir noktada edildi, sonra geri etmemeye başladılar, ama veya fakat, hangisini tercih ederseniz, iş işten geçmişti. Kendini bilmez bu manifestocu kendini bilmezler, duvarları boyayıp çimenlere yatarak devlet çalışanlarına ekstra Recai yaptırmak dışında, ki onlar bundan prim almıyordu, hiçbir işe yaramamaktaydılar. Madem çimenden bahsediyoruz, hiç 8 rakamı yan durduğunda sonsuz oluyor iken 73 rakamının yan durduğunda hiçbir şey olmamasına üzüldünüz mü? 8 rakamının bu ayrıcalığı tıpkı manifaturacıların içlerine çimen kokusu çekmeleri kadar ve aynı zamanda bu sırada yarın bardak su kadar kabul edilemez. Kabul edilemeyecek bir şey dağa varsa bundan bizim haberimiz yok. Sonuçta dağda kuş öldü, kurbağa “ille de vatanım” demiş. Uzun lafın kısası; tavşan daha küsmüş, daha da haberi olmamış.
Her şey bir tarafa, gerçekten tüm bu maddeleri içimize atmaya, göz ardı etmeye, her şeyi silip baştan başlamaya hazırdık. Manifestoculara olan asıl tepkimiz; rahat olamayışları, fikirlerinin arkasında tek başlarına duramayışları, konu seçmede sıkıntı yaşayışları, sokakları optimize kullanmayışları veya devlet dairelerine büyük külfet oluşları değil. Bunlardan da hoşnut değiliz ama veya fakat, hangisini tercih ederseniz, bizi ıkındıran bu değil. Her şeyi sineye çekmeye hazırdık ama bizle emir kipiyle konuşulmasına tahammül edemiyoruz. Özgüvensiz olan bizler bir ricayı bize çok gören, baskıcılıklarını saklamaya tenezzzül bile etmeyen bu insanlardan mahlukluk namına şikayetçiyiz. Alındık. Kırgınız. Özür bekliyoruz. Tüm yaşamış ve ölmüş ve özellikle ölmüş ve dolayısıyla artık aramızda olmayan manifestoculardan özür talep ediyoruz. Biz burada mağduruz. Hunharca emir verilmiş bizler; biziz. Çünkü onlar onlar. Şu andan itibaren bunun böyle bilinmesi gerektiği kamuoyuna sunarız, onlar da geri kalmasınlar. Zira zor bir takip süreci söz konusu (Bkz. Kobra Takibi).
Ama bu emirlerin altında kalmayacağız. Manifesto karşıtlığı bir yaşam biçimidir. Bizim kanımızdan mâni pesto sosluk akar. Kararlıyız ve direneceğiz. Asla yılmayacağız. Bıçak kemiğe dayandı. Şu ana dek yazılmış bütün manifestoların tedahülden gereği yapılmasını talep ediyor ve bu talebimizi de arz ediyoruz. Arz ettiğimiz bu talebi rica ile süslendirerek haykırıyoruz:
TÜM MANİFESTOSUZLAR BİRLEŞİN! Kaan Markıs, Feridun Engeller ve Cazcı Biladerler