top of page
  • Eylül Şahinoğlu

DİKKAT DİKKAT BU BİR "THE QUEEN’S GAMBIT" GÜZELLEMESİDİR!


Walter Tevis’in 1983 yılında aynı isimle yayınladığı romanından, Scott Frank (yaratıcısı ve yapımcısı) tarafından uyarlama olan bu mini dizi 23 Ekim 2020 tarihinde Netflix üzerinden seyirciyle buluştu. İşte bir sezon, 7 bölümden oluşan dönem işi mini dizimiz The Queen’s Gambit!


İşin ilginç yanı bu romanı uyarlamak isteyen tek kişi Scott Frank değildi, ünlü oyuncu Heath Ledger hayatını kaybetmeden önce bu romanı film şeklinde uyarlayıp yönetmenliğini üstlenmeyi planlıyordu. Bizler de kendimizi “Acaba nasıl olurdu?” diye düşünmekten alıkoyamıyoruz.

Asıl kızımız Beth Harmon’ı Split adlı filmden tanıdığımız 24 yaşındaki Anya Taylor-Joy canlandırıyor. Oldukça yerinde kullandığı mimikleri ve tepkilerinde aşırılığa kaçmamış olması, yaşının vermiş olduğu acemiliği üzerinden hemen atmış olduğunu dizi sırasında net bir şekilde seyirciye kanıtlıyor. Labirent serisinden aşina olduğumuz Thomas Brodie-Sangster (Benny Watts) ve Harry Potter’dan tanıdığımız Harry Melling (Harry Beltik) başarılı performanslarıyla güzel ve genç oyuncumuza eşlik ediyorlar. Bu iki gencimiz, Beth’e satranç serüveni boyunca arkadaş, yoldaş ve yeri geldiğinde kalbini paylaşabileceği birer aşk yuvası oluyorlar. Kızımız onların değerini ne kadar bilmiş orası da siz izleyicilerimize kalmış bir detay…




KÜÇÜK ELİZABETH’İN ACILARLA DANSI

Dizinin ilk dakikalarında satranç ustası kızımızı bir telaş içinde yetişmesi gereken yere eli ayağına dolanmış bir şekilde koştururken görüyoruz, tahmin ettiğimiz üzere bu sahne bir satranç masasında rakibiyle karşı karşıya geldiğinde bitiyor. Ardından uzun bir geriye dönüşten sonra bulunduğu duruma gelişinin öyküsüyle başlama düdüğünü çalıyor dizimiz.


Annesini küçük yaşında acı bir trafik kazasından sonra kaybediyor. Kaçınılmaz bir son olarak kendini kız yetimhanesinde buluyor. Beth’in içindeki karamsarlığının ve bunun dışa vurumu olan sakinliğinin hiç de yuvayı andırmayan o soğuk yetimhane havasına eksiksiz uyduğunu görebiliyoruz. Ama gelin görelim ki bu yetimhane, kaderin küçük kızımıza oynadığı cilvesi oluyor. Tesadüfi bir şekilde yetimhanenin hademesi ve bir satranç tutkunu olan Mr. Shaibel ile karşılaşmasından sonra hayatı hiçbir zaman eskisine dönmüyor. Belki de gayesiz ve şevksiz sürdürdüğü hayatına; tutkusu, şehveti ve takıntısı olacak SATRANÇ giriyor ve bu hayatının dönüm noktası oluyor. Yetimhanede bulunduğu süreçte sakinleştirici etkisi yaratan yeşil hapları, Mr. Shaibel’in hediye ettiği “Modern Satranç Açılışları” adlı kitabı ve yaşça ondan büyük olan Jolene’den başka sığınacak limanı olmuyor. Jolene ile olan dostlukları ilk başlarda güçlü verilmese de dizinin ilerleyen bölümlerinde şahit oluyoruz o bağlarını bir türlü koparamamış olan çıkarsız dostluğa.

Yetimhanedeki her kızın hayali olduğu gibi Beth’in de hayali evlatlık edinilme. Bir gün kader yine gelip yargısını bu sefer kızımız için veriyor ve çocuklarını kaybeden, çok da sağlıklı bir ilişkisi olmayan çift tarafından evlatlık alınıyor. Üvey annesinin psikolojik bunalımları, gelgitleri ve alkol sorunu; üvey babasınınsa ona karşı olan ilgisizliği ve isteksizliği arasında sıkışmış olan Beth, aidiyet duygusunu arıyor o soğuk ev atmosferinin içinde. O yaşına kadar nereye ait hissetse koparılan ve uzaklaştırılan kızımızın tek dayanağı satranç. Nihayet Beth, bir satranç turnuvasına katılma fırsatı buluyor ve hatırı sayılır bir ödül kazanıyor. İşin içine para dahil olduğunda annesinin de dikkatini çekmeyi başarıyor. Aralarındaki anne kız ilişkisi menfaat üzerine kurulmuş oluyor.


Aşkını gözlerimizin önünde yaşamışsa da hırsının, mantığının pençesinden kurtulamayan, duyguları konusunda acemi kızımız her türlü ilişkisini satranç için kullanmaktan geri durmuyor. Harry ve Benny ile aslında rakipken bu ilişkiler bir satranç tahtasından ateşlenerek başlıyor ve Beth, kendimi nasıl bir adım ileriye taşırım düşüncesiyle onların satranç zenginliğinden de besleniyor.


Vezir Gambiti: Satranç tarihinde kaydedilmiş en eski ve önemli açılışlardan biri sayılan bu hamleler dizisi aslında rakibe karşı merkezde üstünlük sağlamayı amaçlamaktadır. Bu da bize gösteriyor ki Beth yani nam-ı diğer Queen’s Gambit, rakibinin başını daha oyuna başlarken ezmek istiyor.


"SEN DAHA BAŞLAMADAN YENİLDİN."

“Kendini olduğundan az göstermek; tevazu değil, budalalıktır.” demiş Montaigne Denemeler’inde. Beth Harmon bu sözü kendine motto edinmiş olacak ki, özgüveninden asla ödün vermeden satranç tahtalarının tozunu attırdığına defalarca kez şahit oluyoruz. Rakibinin karşısına her çıkışında duruşuyla, tokalaşmasıyla, kendindeki o eksiksiz özgüveniyle ve çarpıcı tavırlarıyla "Sen daha başlamadan yenildin.” bakışını eksik etmiyor. Hayatta yenilginin varlığını kabullenemeyecek kadar başarıya odaklanmış olan genç kızımız, rakiplerinin karşı cinsten oluşuna aldırış etmeyerek onları zekasıyla ve kendine güvenen tavırlarıyla bir çırpıda alt etmesi; bize, dizide aşılanmak istenen düşünceyi içtenlikle ifade ediyor.


Şuraya küçük bir parantez açayım ve Beth’imizin kişilik tipinin INTJ olduğunu sıkıştırayım. Bizlere hırsının karakteristik özelliklerinden kaynaklanan içgüdüsel bir davranış olduğunu gösteren küçük bir bilgi.


Bu dizi; dünya tarihinin başlangıcından bu yana süregelen, toplumlardaki erkek hegemonyasının ve toplumun kadının üzerinde egemenlik kurma çabasının silinişini Beth kızımız üzerinden biz izleyiciye aktarıyor. Bu tarz göndermeler sadece cinsiyet ayrımı üzerinden de değil. Ayrıca bir sahnede kızımız, Katolik Derneğinin 3000 dolar yardım yapma teklifini reddederek toplumda yüzyıllardır sorgulanmadan bağnazca kabul edilmiş, tabulaşmış değerlere karşı dik duruşunu gösteriyor. Ama ne yazık ki bunlar birden gerçekleşiyor 7 bölümcük dizimizde. O zaman ben de sizi şunu sorgulamaya davet ediyorum: “Gelenekselleşmiş toplum algısının ve tabularının bu denli hızlı çöküşü ne kadar mümkün?”


Rus rakibiyle çekişmeli maçlarına şahit olurken bir yandan da Sovyetler Birliği ve Amerika arasında bulunan soğuk savaşın gerginliğini, satranç üzerinden bile olsa izleyiciler olarak iliklerimize kadar hissediyoruz. Dönemin getirisi yapı taşlarını birer birer özenle dizen bu dizi; büyük bir satranç ustası, asıl kızımızın dişli rakibi Vasily Borgov ile Beth’i defalarca kez karşı karşıya getiriyor ve son maçında Beth Rus satranç ustasını yenmeyi başarıyor. Burada tabii aklınıza hangi tarz soruların geldiğini hisseder gibiyim. “Neden hayatın her köşesinde Amerika galip gelmek zorunda?” Evet, bizim buna cevabımız da bir “Amerikan dizi film klişesi” demekten öteye geçemiyor maalesef.

Dizi, İrlanda’da çekilmiş olmasına rağmen Amerika’nın 60’lardaki retro havasını hem tasarımlarıyla hem de dizi içine yerleştirilip kullanılmış olan aksesuarlarıyla bizlere oldukça başarılı bir şekilde aktarabiliyor. Dizinin kostüm tasarımcıları da “satranç algısını” desteklemekten geri kalmıyor, Beth’in adeta bir moda ikonu haline gelmesi ve elbiselerinde bile kullanılan satranç tahtası modeli, bize dizinin satrançla ne kadar özdeşleştiğini ve iç içe geçtiğini kanıtlamak istiyor.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğiz, eğer Beth Harmon kurgusal bir karakter olmasaydı ve o dönemlerde aynı dizide bize aktarıldığı gibi yaşıyor olsaydı sadece satrançtaki ustalığıyla değil devrinin moda ikonu oluşuyla da parlayacağına eminiz.


Fakat diğer bir bakış açısından gözlemlediğimizde oyuna dair neredeyse hiç detay verilmemesi gerçek satranç oyuncularını ve diziyi belki bir iki taktik kaparım diye izleyen seyircileri büyük bir hayal kırıklığına uğrattığını görüyoruz. Bu da seyircinin yaşadığı bir diğer handikap.


Yine de dizinin hem yönetmenliğini hem de senaristliğini üstlenen Scott Frank sadece bir kesime hitap etmektense dizinin hitap kitlesinin yelpazesini oldukça geniş tutmak istemiş.


YAZARIMIZDAN:

Walter Tevis, New York Times’a verdiği röportajında bu romanı yazarken kendi hayatının bazı dönemlerini baz alarak Elizabeth Harmon karakterini oluşturduğunu, bu karakter üzerinde psikolojik bunalımından ve yalnızlığından da anekdotların barındığını belirtti. Ayrıca oldukça dişli bir satranç oyuncusu olduğunu da bize şu sözlerle aktardı: “İyi bir oyunun ne olduğunu bilecek kadar iyi oynadım. Ortalama bir insanı yenebilirim, ancak Broadway sokağında oyun tahtaları kuran adamları oynamaya korkuyorum.”

Yazımızı sonlandırmadan önce bu dizinin yayınlamasıyla dünyada satranca olan ilgide patlama yaşanırken

satranç takımı aramalarının ve satışlarının hemen hemen 3 kat artmış olduğunu söylemeden geçmeyelim. Artık diziler ve filmler üzerinden de pazarlama ve reklamcılık çalışmalarının yapılması bize dünyanın farklı bir yöne evirildiğini göstermekte.


Yazımızın sonunda neden bu incelemenin başlığını güzelleme adı altında verdiniz derseniz de size cevabım şu olacak: “Diziyi yer yer eleştiriye maruz bırakmış olsak da bu onun nazar boncuğu olsun, 2020 yılının nadir ve güzel getirilerinden biri. Akıcı senaryosuyla, sürükleyici diyaloglarıyla ve gereksiz uzatılmayan sahneleriyle tek solukta heyecanla izlenecek dizilerden olduğunu düşünüyoruz. Çerezlik niyetiyle değil de en az Beth Harmon ciddiyetiyle izleyin ve onun sizi içine çeken macerasına şöyle bir göz atın.”


İyi seyirler dilerim efenim.




210 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page