top of page
  • Defne Tatlıçeşme

Avangart Kraliçe

Podyum, sokaktır ve sokaklarda olduğu gibi podyumlarda da devrimciler vardır.


Kimine göre feminenliğin sonu, kimine göre olağanüstü bir sanatçı ve son eklenen sıfatıyla Met Gala 2017'ye Art of the in between başlığında yarattığı Comme des Garçons ile birlikte tema olan Rei Kawakubo...

Her yıl Mayıs ayında New York Metropolitan müzesinde düzenlenen Met Gala moda dünyasının en prestijli ve en önemli gecesidir. Kostüm enstitüsünün sergisinin açılış gecesi olan bu gecede, davetlilere bir dress-code verilir (örneğin bu sene davetiyelerin üzerinde davetlilerin avangart kıyafetlerle gelmeleri istenmiştir) ve bu konsepte uygun giyinmeleri beklenir. Met Gala'da en çok konuşulan kostümle kendini göstermenin prestijinin yanı sıra serginin teması olmak başlı başına bir başarıdır. Özellikle de Kawakubo gibi kostüm enstitüsünün 1983'te Yves Saint Laurent'ten sonra yaşarken monografik sergisini üstlendiği ilk tasarımcıysanız. Bu konu hakkında The Met'in CEO'su ve direktörü Thomas P.Campbell: "Moda ve sanat arasındaki çizgi gittikçe bulanıklaşırken Kawakubo, bizi kıyafetler hakkında farklı düşünmeye itiyor." demiştir. Zaten Kawakubo'nun görüş veya tasarımlarını sevmeyen insanların dahi inkar edemeyeceği tek gerçek, Kawakubo'nun tüm dünyaya neden giyindiğini sorgulatmasıdır. Sergide Kawakubo'nun 1981'deki ilk Paris defilesinden son koleksiyonuna kadar Comme des Garçons için tasarladığı 120 tasarım yer alıyor. Böyle büyük bir onura layık görülmesinden anlayacağınız üzere Kawakubo katı sınırlarla çevrili moda dünyasında en saygı duyulan Japon tasarımcıdır. Üstelik modanın tüm kurallarını yıkmasına rağmen. Kawakubo bir kıyafet tasarımcısı olmaktan çok, giyilebilir sanat yaratan bir sanatçı olarak anılır. Anti-fashion'un yaratıcılarından kabul edilen bu gizemli kadın 1942'de Tokyo'da doğar. Bir edebiyat akademisyenin kızı olan Kawakubo, Keio Üniversitesi'nde güzel sanatlar okuduktan sonra bir kimya şirketinde reklamcılık departmanında çalışmaya başlar. Üniversitedeki sınıf arkadaşı Yohji Yamamoto ile yaşadığı birliktelik dışında Kawakubo'nun hayatı hakkında konuşulabilecek bilgiler, bu üç cümleyle sınırlıdır. Her şeye aykırı olan kadının hayatı, günümüzde Karl Lagerfeld, Donatella Versace, Tom Ford, John Galliano gibi magazinsel simgeler olan tasarımcılardan farklı olarak her zaman geri planda kalmış ve o sadece yaptığı işlerle anılmıştır. Ben her zaman zamansız bir marka yaratabilmek için bir kadın yaratmak gerektiğine inanırım. Kıyafetten önce eşi bulunmayan bir kadının yaratıcısıdır modacı: Chanel kadınının asil ve mesafeli duruşunu, Dolce&Gabbana kadınının vahşi ve etnik seksiliğinde bulamayacağımız türden. Modaya yön veren her moda evinin koleksiyonlara ve kreatif direktörlere göre esneyen tarzlarının arkasında, asla kaybetmedikleri bir stil vardır.Coco Chanel’in dediği gibi moda geçer ancak stil kalır. Bir kombine bakıp bu kesinlikle Gucci diyebildiğiniz için Gucci, Gucci'dir. CDG (comme des garçons) kadını bilindik moda simgesi kadınları yıkıp geçtikten sonra tahtlarına oturan sert, gösterişsiz ama bir o kadar dominant bir kadın. Yaratıcısının herkese mesafeli durması, etkinliklerde kendini göstermemesi, yerini sonraki nesillere egosuz bir şekilde bırakışına rağmen popülerliğine popülerlik katmasından mı bilinmez "cool" olmayı reddeden CDG, 40 yıldır en cool moda evi.


Modacı olmasının sebebini giymek istediği gibi kıyafetleri hiçbir yerde bulamayıp kendi tasarlamaya karar vermesi olarak açıklayan Kawakubo reklamcılık sektöründe yaşadığı hayal kırıklığından sonra o zamanlar için alışılmadık bir meslek seçerek Comme des Garçons'u 1973'te Tokyo'da kurar. Tüm dünyada duyulması ise 1981'de Paris'te yaptığı, moda dünyasında deprem etkisi yaratan şovudur. Japon basının verdiği sıfatla, Kara Kargalar, CDG'nin abartılı siluetler ve koyu renk paletleri içinde dönem kadınlarının gözlerini oyacağının habercisidir adeta. O güne kadar feminenliğiyle ön planda olan Versace'nin rüzgarının estiği moda dünyasında, feminenliğin sonunu getireceği iddialarıyla kasırga yaratan sert bakışları, siyah dümdüz küt saçları ve Japonca dışında bir dilde konuşmayı reddedişiyle Kawakubo gölgeler içinde yükselen bir kraliçeydi. Kawakubo sayesinde "Red is black" mottosuyla yasla ilişkilendirilen bu renk modanın üniforması haline, New York-Paris-Milan ve Londra'dan sonra Tokyo ise 5.moda başkenti haline gelmişti. Modanın devrimcisi olarak anılan Kawakubo'ya Japon basını "Hiroshima chic" lakabını taktı ve buna ithafen 1982'deki Destroy şovu sonrası çoğu kişi şovu Hiroshima'nın intikamı olarak adlandırdı.


Genellikle agresiflikle bir bağlantısı olmayan modada, tasarımların izleyiciler üzerinde kontrolcü hisler uyandırdığı söylenen bu markanın ismi bütüne uygun mu, yoksa zıt mı olduğu anlaşılamayan bir anlama sahip. Francoise Hardy'nin Tout les garçons et les filles (1962) adlı şarkısından etkilenerek markanın adının Comme des Garçons olmasına karar verildiği biliniyor. Şarkı, çevresindeki çiftlerin arasında kimsenin onu sevmeyişini ve yalnızlığını paylaşan bir kadının hislerini anlatıyor. Bütün erkeklerin ve yaşıtı kızların birlikte yürüdüğü, mutluluğu bildiği, birlikte gelecek inşa ettiklerinden bahseden şarkı sözleri bu markanın ilham kaynağı olmuş. Açıkçası ismi devrim yaratmak, agresiflik, sertlik, baş kaldırmak gibi söylemlerle anılan bir markanın isminin bu kadar naif ve biraz da çaresiz bir şarkıdan çıkmasına şaşırmamak elde değil. Güçlü kadının uzun yıllardır simgesi olan Kawakub,o bu şarkıyı eleştirmek adına mı yoksa kimsenin varlığından haberi olmadığı duygusallığına kapılarak mı seçti bu bir muamma. Kim bilir belki de bu şarkıdaki gibi umutsuz ve güçsüz bir kadın olduktan sonra erkekler gibi olmanın onu güçlü kılacağına inanmıştır. Fikir yürütmenin sınırsız olduğu bu konu da diğer her şey gibi karanlık kadının gizemlerinden.

Bir etkinliğe CDG tasarımla katılan kadınların genelde alay konusu olmasına rağmen aslında bu aykırı sanat eserleri birçok akımın temelini oluşturuyor. Street style kavramının öneminin Kanye West'in tasarımlarıyla daha da popülerleşmesinden önce, Louis Vuitton- Prada gibi markaların sokak markası olan Supreme ile olan işbirlikleri (CDG de Supreme ile işbirliği yapmıştır.) Kawakubo'nun sokak stilini podyuma taşıyan bir başka devriminin sonucudur. Hatta gelmiş geçmiş en iyi çizgi dizinin baş karakteri Marge (The Simpson) ikonik saçını, CDG'nin 1989 Fall/Winter şovundan aldığı ilhama borçlu. Tabi ki sokakta, anlam verilemeyen şekilde birleştirilmiş kumaş parçalarından oluşan kabarık elbiselerimiz veya pembe ponponlu pijamalarımızla gezmiyoruz ancak patchwork blazer ceketler, pilili etekler var olduğu sürece CDG akımının izinden gittiğimizi yadsıyamayız.


Yıllarca must have listesinin birinci sırasında Manolo Blahnik topuklu ayakkabıları olan biri olarak Le Figaro'ya katılmış, feminenliğin sonunu getiren bu tasarımcıyı, bu modaevini ve bu akımı sefil olarak değerlendirmiştim. Hala CDG modaevine bir tutkum oluşmasa da, bu avangart kraliçe karşısında büyülenmemek mümkün değil. Bu kadar çok bilinmeyenin yanında böylesine tanınmış olmak, tüm dünya karşı görüşteyken onların beklentilerine uymak yerine kendi gerçeklerini kabul ettirtmek ve çoğunluk modayı gereksiz bulurken modayı bir sorgulama aracı haline getirmek sadece Rei Kawakubo'nun yapabileceği eşsiz bir direnişin örneği. Bu yazıyı, hayatı hakkında üç cümleye ama moda dünyasında yaptığı devrimler hakkında sayısız kaynağa sahi olduğumuz kadının sözleriyle bitiriyorum: 40 senedir kıyafetler yapıyorum, bir gün bile moda hakkında düşünmedim. Başka bir şekilde ifade edersem, bu konuya dair ilgim de yok. Beni enterese eden tek şey var, o da kimsenin daha evvel hayatında görmediği kıyafetleri tasarlamak, hepsinin yepyeni olması ve bu kıyafetlerin kendilerini nasıl gösterdikleri. Buna moda mı deniyor? Ben cevabını bilmiyorum.


124 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page