top of page
  • Berat Erbaş

68 Kuşağı

Onları hâlâ hatırlamamıza sebep olan şeylere karşı çıkan bir kuşağın hikâyesi.



İkinci Dünya Savaşı yeryüzünü kasıp kavurmuştu. Tarihte olup olabilecek en kötü şeylerden birini görmüş olduğunu düşünen insanların oğulları, çok daha büyük bir yıkıma tanıklık etmişti. Korku dolu, endişe dolu, kötülüğün saf halinin sergilendiği yıllar atlatmıştı dünya, hem de iki kere üst üste. Dönemin entelektüelleri, günlüklerinde “savaş görmemiş bir sanatçı ne üretebilir ki?” sorusuna cevap arıyorlardı. Dünya, sonradan Soğuk Savaş adıyla anılacak olan kocaman bir sürecin içindeydi.


Belki de dünyanın en geniş kapsamlı ideolojik savaşı söz konusuydu. İki küresel savaş atlatmış dünya sefillik çekiyordu. İnsanlık, artık savaş istemiyordu. İnsan, istediğinde kötülüğün sınırlarını aşabileceğini, kendisine kanıtlamış bulunuyordu. Derin bir deniz söz konusuydu. Romantiklerin içine düştüğü anlamsızlık denizine, savaş sonrası varoluşçuları da düşmüş bulunuyordu. Modernlik, tek farktı. Belki de bu fark, denizi çok daha derin kılıyordu.


Paris’in en ünlü ve eski okulu olan Sorbonne’da, üniversite öğrencileri tarafından başlatılmıştı her şey. Sorbonne öğrencileri 5. Cumhuriyet’in ilk hükümeti tarafından alınan bir karar sonucu sokağa döküldü. Paris’teki pek çok üniversite öğrencisi onlara katıldı. Öğrencilerin tek bir karara isyan etmek amacıyla başlattığı bu hareket, birdenbire “sıkıcı” ve “despotik” düzene isyana dönüştü. Sonrasında çalışma koşullarından ve maaşlardan

memnun olmayan işçi sınıfı işin içine girdi ve hareket olduğundan daha da politikleşti. Böylece basit bir üniversite ayaklanması birdenbire politik bir serzenişe dönüştü. Karşı çıktıkları şey 1958’de başlayan “De Gaulle” rejimiydi. Polisi marksist bakış açısıyla bir şiddet aygıtı olarak gören bu ayaklanma, medya aygıtlarını da yalancılıkla ve hükümet yanlısı propaganda yapmakla suçladı. Tüm bunların yanında ortada teorik bir savaş vardı. Savaş görmemiş bu üniversite öğrencileri, çocukken savaş görmüş ve korkuyla büyümüş ailelerine karşı çıktılar. Bir Sisifus laneti gibi tekrarlanan evden işe, işten eve rutininde kaybolup giden babalarına ve bağımsızlık gibi bir kaygısı olmayan, onlara verilenlerle yetinen annelerine duydukları nefret; alışılageldik kuşak çatışmasına kıyasla çok daha şiddetliydi. Bu ayaklanma önce Fransa’da sonra da dünyada büyük bir ün kazandı. Pek çok ülkede buna benzer ayaklanmalar süreç içerisinde kendisini gösterdi.


İletişim çağının ilk etkilerinden olan 68 ayaklanması başarısız olmuş ve asla tekrarlanmayacak bir devrimdi. ’68 Mayıs’ına başarısız denebilmesinin tek sebebi ise somut bir biçimde amacına ulaşamamış olmasıdır. Bunun yanında pek çok farklı etkisi oldu. Günümüzde bile hala akademisyenlerin işlediği ünlü sivil hareketlerden biri olması bir kenara, zaman aşırı kabul edilen bireysel bir etki söz konusudur. Bohem yaşam biçimini destekleyen 68 kuşağı politik görüşlerini sanatla aktarmayı hedefliyordu. Sisteme karşı çıkma biçimi sokağa dökülmekti.

Gazetelere inancı olmayan bu topluluk duvarları gazete olarak kullandı ve propagandaya sanatsal bir anti-propagandayla cevap verdi. 68 kuşağı kararsız ve kendinden emindi. ‘Tek yasak yasak koymaktır’ diye haykırıyordu boyalı duvarlar. Ayaklanma karşıydı. Onun için ‘düşünmek hayır demekti'. Anne ve babaları gibi olmak istemiyorlardı. Savaş görmüş olan nesle karşıydılar. Onlar için hiçbir şey ifade etmeyen acılar çekmiş nesle karşıydılar! Charles De Gaulle’u- ve onunla beraber- tüm despot figürlere karşıydılar! Bu figürleri -ve özellikle De Gaulle’ü- kahraman ilan etmiş bu nesle karşıydılar! Çoğunlukla okumamış bu nesle karşıydılar! Milliyetçi veya muhafazakâr herkese ve onların tüm değer ve inanışlarına karşıydılar! Toplumsal veya dini tüm ahlak anlayışlarına karşıydılar! Devlete ve onun tüm şiddet aygıtlarına karşıydılar! Savaşa karşıydılar! Yaratıcılık barındırmayan her bir slogan ve fikre karşıydılar! Birey tek kurtuluştu! Birey olası tek çözümdü. Onlara en yakışan slogan ise ‘devrim bireyde başlar’ oldu.


Kadınlar bu dönemde oldukça önemli bir rol oynadı. 68 kuşağı aynı zamanda 2. feminist kuşak olarak geçer. İlk feminist kuşak sadece oy vermek, haksız rekabetle de olsa çalışabilmek gibi temel hakları elde edebilmişken ikinci kuşak ise daha fazlasını istedi. Onlar da direndi, bağırdı, hak talep etti, itiraz etti, duvar boyadı, karşı çıktı ve polise taş attılar.


Birey her şeyden önemliydi. Modern yaşam anlayışının getirdiği ve ‘soft power’ denilen ideolojik hegemonya sayesinde yediklerimiz düşündüklerimiz, hayal ettiklerimiz, istediklerimiz bize dikte ediliyor ve çoğu zaman seçim şansımız bile yok. Reklamlar bizi ve isteklerimizi yönlendiriyor ve biz daha fazlasını istiyoruz. Ulaşamayacağımız hayaller sunuyorlar ve biz daha fazlasını istiyoruz. Politikacılar argüman sunmayan, hislerimize– özellikle de acıma duygumuza- hitap eden örneklerle dolu konuşmalar yapıyorlar ve biz daha fazlasını istiyoruz. Daha fazlasını istiyoruz çünkü seçim yapmak bizi korkutuyor. Her şeyin bizim için seçilmiş olduğu bir dünya bizi mutlu ediyor çünkü var olmak ‘yaşadım’ demek için yeterli kabul ediliyor. Sorumluluk denilen bilincin en büyük yük ortadan kalkıyor ve bu da insanı inanılmaz bir yükten kurtarıyor.

68 kuşağı bu sosyal yapıya haykıran ilk devrimlerden biriydi. Bu devrim bu toplum yapısına aykırı bireylerden oluşuyordu. Bağıran, kaldırımları söküp polise atan ve sanat yapan devrimcilerdi onlar. Bu devrim bir özgürlük arayışıydı, bireysel bir özgürlük. Zaten başka türlüsü mümkün olabilir miydi?


Ne kadar sokaklarda toplansalar da yürüyüşlere katılsalar da birlikte direnseler de birlikte bağırsalar da birey olmak adına yapıyorlardı bunu. Bireysellik adına sokaklara dökülen bir kitleyi tahayyül etmek zor, bunun farkındayım. Ne yazık ki onlar değildi. Kitleleşmenin içindeki her farklı topluluğun kendine ait fikirleri ve istekleri vardı. Anarşistler, radikal komünistler, sosyalistler, pasifistler, sendikacılar, öğrenciler… Kitlenin her bir bireyi ne istediğini gayet iyi bilse de o kitle, kitle olarak aynı şeyi istemiyorsa ayakta duramaz, bölünür ve yok olur. ‘68 kuşağı diye adlandırılan mayıs devrimi de tam olarak bu şekilde De Gaulle’ün düzenlediği bir referandum sonucu bölünüp yok olmaya mahkûm oldu.


85 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page