top of page
  • Ersel Dilbaz

Modern Demokraside Seçkinler Teoremi

"İnsanlığın tarihi, belli seçkinlerin sürekli olarak bir yerlere yerleştirilmesiyle oluşuyor..."

Besin zincirinin en üst halkasında bulunan insan, varoluşunda ona bahşedilen düşünme yetisi sayesinde çevresini ve dünyayı diğer canlılara göre çok daha farklı algılamaktadır. Yaradılışından beri her geçen gün yapabileceklerinin farkına varan insan, büyük bir kibir ile kendi konumunu yüceltmek ve karşısındakinden daha güçlü olduğunu kanıtlamak için doğaya ve diğer insanlara hükmetme çabası içerisindedir. Bunu tek başına yapamayacağının da farkında olan insan, topluluklar halinde yaşamaya başlar ve bu da devlet ve yönetim kavramlarının ortaya çıkmasını sağlar.

Tarih boyunca çok farklı yönetim sistemleri denenmiştir bu denemelerin temel amacı devletin temel unsuru olan insanın hak ve hürriyetlerinin ne kadar genişletilmesi gerektiğinin yöneticiler tarafından kesin bir karara bağlanamaması, iktidar kaynağının kim olduğu ve ideal devlet anlayışı arayışıdır. Hala genel geçer bir kabulün olmadığı toplumu kim ya da kimlerin yönetmesi gerektiği konusu büyük bir muammadır. Çözüm yollarından biri ise “Seçkinler Teoremi” bir başka deyişle “Elit Teorisi”dir. Bu bir kişinin yönetici olabilmesi için diğer insanlardan ayrıcalıklı ve farklı olması gerektiğini anlatan bir sistemdir. Bu konuyu siyasi iktidarın kaynağını irdelemeden incelemek konunun kavranmasını zorlaştıracağı için öncelikle siyasi iktidarın ne olduğu ve nereden geldiği hakkındaki görüşlere değinmeliyiz.

KİM YÖNETMELİ

Toplumu kimin yöneteceği konusundaki çözümsüz tartışma aynı zamanda topluluktaki düzenin, devamlılığın ve memnuniyetin en iyi nasıl sağlanacağı tartışmasıyla paraleldir. Bu sorunun bilinen ilk cevabı Platon’a aittir. Platon’a göre ya krallar filozof olmalıdır ya da filozoflar kral olmalıdır. Bu aslında yöneticilerin seçilmişlik ve üstünlük özelliklerini ortaya koyan bir yaklaşımdır. Yöneten ve yönetilen arasındaki bu fark toplumsal düzenin devam etmesini sağlayan önemli bir unsurdur. Yöneticiler hakkındaki bu görüş iktidarların materyalist temeller üzerine kurulmaya başladığında bile değişmemiştir. Din savaşlarının bitip aydınlanma hareketlerinin başlamasıyla “kim yönetmeli” sorusu yerini "yönetimin meşrutiyeti” sorusuna bırakmıştır.

SİYASİ İKTİDARIN KAYNAĞI

Bu konuda iki ana görüş yer almaktadır. Birincisi teokratik düşünce, buna göre tanrı bazı insanları doğdukları topluluğu yönetmesi için doğuştan farklı ve üstün yaratmıştır.

Diğer görüşe göre iktidarın kaynağı halkın egemenliğine bağlıdır. Bu fikri ilk defa ortaya atan kişi J.J. Rousseau’dur. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde görüldüğü üzere halkın egemenliği iktidar kaynağının temelinde yer almaktadır.

Bu iki görüşün de ortaya çıkma sebebi aslında ideal devlet düzenini tanımlayabilmektir. İdeal bir düzenin olabileceğini öne süren Platon ve Huxley gibi isimlere karşı bunun asla olamayacağını savunan Gorgias ve Protagoras gibi isimler bu konunun tek bir doğrusu olmadığını bize göstermektedir.

Buradan konumuza dönecek olursak Elit Teorisi ilkesinin ana düşüncesi bir toplumdaki azınlığın çoğunluğu yönettiği yönündedir. Bunun sonucunda yönetim şeklinden bağımsız olarak ortada bir yönetim olayı varsa bunun oligarşik olması zorunlu olduğu çıkarımını yapabiliriz ve bu düzendeki yönetici sınıfına seçkin tanımını yapabiliriz.

PARETO’NUN AÇISINDAN

Pareto: “İnsanlar kısa dönemler dışında hep elitler tarafından yönetilmişlerdir.” der. Onun için insanlığın tarihi, belli seçkinlerin sürekli olarak bir yerlere yerleştirilmesiyle oluşuyor. Pareto’ ya göre insanları belli bir karakter, kapasite, zeka gibi kıstaslar ile sıralarsak bu hiyerarşinin en üstünde yer alan grup “elit” olarak tanımlanıyor.

Pareto elitlerin konumunu yapısını ve değişimini elit olmayanlara göre daha iyi inceleme fırsatı bulmuştur çünkü elitler hakkında eline daha çok tarihi belge geçmiştir. Bu elitlerin kalıcı olmadığını ve zamanla pozisyon değiştirdiklerini aktaran Pareto: “Tarih aristokratların mezarlığıdır” der ve “Devletin formu ne olursa olsun, güce sahip kişi o gücü elinde tutabilmek için ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için çabalar.” diye devam eder.

MOSCA’NIN AÇISINDAN

Mosca da Pareto gibi tarihin her kesiminde ve (tarihteki) her toplumda insanların iki sınıfa ayrıldığını söylüyor; yöneten ve yönetilen kısım. Toplumunu dinlemeyen, onun duyguları hakkında hassas davranmayan ve onların desteğini alamayan iktidarlar sağlıklı bir yönetim anlayışı sergileyemezler.

Mosca için iktidardakilerin mantığı basittir: Kolay ve efektif organize olabilme yeteneğine sahip olmak. Azınlık hep organizedir bu yüzden de çoğunlukla baş edebilir. İktidarın formu da toplumun yapısına ve gelişmişlik düzeyine göre şekillenir. Mosca’ya göre tarihe baktığımızda iktidar varlığını ve politikasını haklı çıkarmaya çalışır ve bunu yaparken manevi olguları ve üstünlüğünü kullanarak toplumu manipüle eder. Yani Mosca’nın teorisi organize olmuş azınlıkların organize olamamış çoğunluklardan üstünlüğüne dayanıyor.

Toparlayacak olursak, toplum içinde farklılıklar olmak zorundadır çünkü beynini daha iyi kullanabilen kişi karşısındakinden her zaman daha avantajlı bir konum elde edecektir. Böyle bir farklılığın olduğu ortamda en başından beri toplumsal ilerlemeyi ve düzeni kuran insanlar diğerlerinden farklılaşabilen kişilerdi. Bu kişilerin fikirlerinin toplum tarafından kabul görmesiyle aslında Seçkinler Teoreminin temelleri atılmış oldu. Herhangi bir toplumda yön veren bir kişi ya da grupların olması o toplumun düzeni ve devamı için şarttır. Yönetim işini üstlenecek kişinin ise diğerlerinden farklılaşabilmiş ve diğerleri tarafından kabul gören birinin olması gerekir. Böyle bir durumda herkesin eşit olması durumunun ortadan kalkması kaçınılmazdır çünkü insan doğası gereği ondan daha farklı olan ve güçlü olandan etkilenme eğilimindedir.

Bunun sonucu da yönetim konusunda kendi haklarını bir başkasına devretmektir. Buradan anlaşılacağı üzere aslında elit yani seçkin kesim hep var olmuştur.

Genel olarak Mosca ve Pareto’dan çıkarabileceğimiz sonuç ise yüzyıldır inandırıldığımız demokrasi sisteminin doğruluğunun, seçkinlerin kendilerini meşru kılmasını sağlayan bir sistemden öteye gitmediğidir.

Seçkinler teoremi, iktidarda kimin ya da kimlerin olmasın gerektiği konusunda bir görüş sunsa da işlevsel ve uygulanabilir bir plan olamamıştır. Bu teoriler bize tarih boyunca öne sürülen yönetim fikirlerinin zamanına göre şekillendiğini göstermektedir.

227 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page