top of page
  • Yazal Kutluğ

Tarihten Bir Leke: Diktatörler

Latince Dictatura'dan gelen diktatörlük sözcüğünün telaffuzu bile çoğu insanın tüylerini ürpertmeye yeterken aslında tarihin en derin utançları ve en büyük acılarını içinde barındırıyor.

Diktatörlük genel anlamda, bir diktatörün yönetimi altındaki siyasi rejime verilen isimdir ancak diktatörlüğü anlayabilmek için M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanmak gerekir. İlk olarak Roma Cumhuriyeti'nde kısa süreliğine, düzeni sağlamak için getirilen bir rejim olarak ortaya çıkmış olsa da, yüzyıllar boyunca evrim geçirerek bir çok şekilde karşımıza çıkmış ve genelde kanlı ve yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Günümüzdeki anlamıyla diktatör; yönetimi zorla ele geçiren, despot bir yönetim biçimi sergileyen, insan haklarına saygı duymayan ve hayatın her alanına müdahale eden, herhangi bir yasal düzenleme veya anayasaya bağlı olmadan davranan kişidir. Diktatörü diktatör yapan ise rejimi nasıl ele geçirdiği değil, nasıl elinde tuttuğudur. Tarihte çok yara bırakmış bu yönetim biçimini gelin tarihin en kanlı ve en bilinen diktatörleri üzerinden inceleyelim.

Adolf Hitler, Nazizm’in kurucusu, hiç kuşkusuz tüyleri ürperten ve diktatörlük denilince akla ilk gelen isimdir. Tarihteki en kanlı ve acımasız yıkımlara sebep olmuştur. 1919'da Alman İşçi Partisi'ne üye olmasıyla başlayan yolculuğu gelecekte telafisi olmayacak yıkımlara neden olacaktır. Almancada lider anlamında gelen “Führer” ismiyle anılan Hitler, I. Dünya Savaşı sonrası Büyük Buhran döneminde güç kazanmasıyla, halkın güvenini kazanmaya çalışarak, alt ve orta tabakadaki sınıflara ekonomik vaatler vererek bir yandan da milliyetçilik, sosyalizm, antisemitizm, anti-komünizm ve anti-kapitalizm fikirlerini de yayıyordu. Yarattığı totaliter ve faşist rejimle dünya düzeni içerisinde Almanya'yı güçlendirirken saldırgan bir dış politika izleyerek sınırlarını genişletmek amacıyla saldırılara başladı. İlginçtir ki 1923'te tutuklanan Hitler, “halk için tehlike oluşturmadığı” gerekçesiyle 1924'te serbest bırakıldı. Kim bilir belki serbest kalmasaydı tarihin akışı çok farklı gelişebilirdi. Anayasadan kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerin ortadan kaldırılmasına öncü olan Hitler, 19 Ağustos 1934 tarihli referandumda %89.93 gibi yüksek bir oranlar “evet” oyu alarak liderliği konusunda hiçbir şüphe bırakmamıştı. O günden sonra Almanya, tarihin en kanlı diktatörlüğüne ve en acımasızca yıkımlarına şahit olacaktı. Kısa sürede halkı, Yahudiler gibi bazı azınlıkların ülkedeki aksaklıkların temel nedeni olduğuna inandırmış, azınlık grupları hiçbir zaman gitmediği toplama kamplarına toplayıp, çalışabilecek durumda olanları ayırarak kalanlarını gaz odalarında ölüme terk etmiştir. Almanya'da başlayan katliamlar kısa sürede işgal edilen her yere yayıldı ve kısa sürede Avrupa'da, başta Yahudiler olmak üzere birçok azınlık aynı kadere mahkum edildi. Hitler 1933'ten başlayarak 1945'e kadar Çingeneler, Yahudiler, komünistler ve homoseksüelleri hedef alarak planlı geliştirilen soykırım hareketi sonucunda 6 milyon Yahudi ve 5 milyon civarında diğer gruptan insanı katlederek tarihin en kanlı soykırımına imza atmıştır. Adolf Hitler'in diktatörlüğünün yanı sıra hakkında bilinmeyen noktalara da değinmek isterim. Hitler politikacı ve asker olmasının yanı sıra ressam ve yazardı. Bundandır, hitap yeteneği öylesine güçlüydü ki Alman halkını yarın güneşin doğmayacağına dahi inandırabilirdi. Söylenenlere göre Hitler'in 16 yaşındaki ilk aşkı bir Yahudi imiş ancak Stefanie Isak'a olan bu duygularını hiçbir zaman dile getirememiştir. Hitler, tarihte cani olarak anılsa da kendi halkı söz konusu olduğunda ise bambaşka bir tavra bürünüyordu. Hatta sigara karşıtı kampanyalar düzenleyen ilk kişi olmuştur. 1941 yılında yayınlanan kampanya reklamının üzerinde "Siz onu değil, o sizi yok ediyor" yazıyordu. Ölümüne sebep olduğu milyonlarca insanı düşününce bu girişimi pek de samimi gelmiyor oysa ki. 4 yaşında gölde boğulacakken bir rahip tarafından kurtarıldığı söylenen Hitler hayatı boyunca 42 suikast girişiminden sağ kurtulabilmeyi de başarmıştır, kim bilir belki bu yüzden kendini Tanrı olarak görüyordu.

Hitler'in politikası ve yaşattığı kanlı yıllar, aslında uzun yıllar kurulmuş ve incelikle işlenmiş bir planın parçası ve zincirin son halkasıydı. Ancak bu halkanın kopması, elbette ki kaçınılmazdı. Nitekim II. Dünya Savaşı sonlarına gelindiğinde Almanya'nın yenilgisinin kesinleşmesi ve ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de, henüz yeni evlendiği eşi Eva Braun'la birlikte intihar etmeye karar verirler. Kendilerini bir odaya kaparlar ve önce Eva Braun siyanür kapsülüyle, ardından ise Hitler siyanür kapsülü eşliğinde tabancayla şakağına ateş ederek intihar ederler. Böylece Alman tarihinde utanç dolu bir yara olarak kalan on iki yıllık Hitler diktatörlüğü ve soykırımı son bulmuştur.

Tarihte iz bırakmış başka bir aktör olan Josef Stalin ise tarihin en kanlı diktatörler listesinin başlarında yerini alır. Hiç şüphesiz 20. yüzyıla damgasını vuran Sovyet lideri olmuştur. Stalin hakkında belki de en ilginç bilgi, aslında Rus değil Gürcü olması olabilir ama bu, onun Sovyetler’de Marksist-Leninist ideolojinin uygulayıcısı olmasına ve adını tarihe kanla yazmasına engel olmamıştır. Sovyetler'de sağladığı ekonomik kalkınma ve II. Dünya Savaşı sonrası galibiyetle devlet adamı olarak önemi tartışmasız hale gelmiştir. Küçükken geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle 1916 yılında askerliğe elverişsiz bulunan Stalin'in geleceğin büyük mareşali olacağından henüz kimsenin haberi yoktu. Asıl ismiyle Josef Vissariyonoviç Çugaşvili, yoksul bir ailenin çocuğu olarak okuduğu okulda, sınıf farkının ne olduğunu henüz çok küçük yaşta öğrenmişti. Dini bir eğitim alan Stalin'in gelecekte yüzlerce papazı öldüreceğini de henüz kimse bilmiyordu. 1899'da devrimci hareketleri nedeniyle okuldan atılması ise gelecekte olacağı kişi hakkında göz kırpıyordu. Stalin “baş eğmeyen”, “asi” anlamına gelen “Koba” lakabının da sahibiydi. Koba aynı zamanda Gürcü şair Kazbegi’nin şiirlerinde adı geçen, halkın intikamını alan cesur bir haydudun adıydı. Uzun yıllarını hapiste ve sürgünde geçiren Stalin'in yükselişi ve diktatörlüğe giden yolu 1924'te büyük hayranlık duyduğu Lenin'in ölümüyle başlar. O tarihten sonra tek amacı Sovyetler'e tek başına hakim olmak ve sosyalizmi yaymak oldu. 1930'lara gelindiğinde zengin köylü sınıfı olan “Kulak”ların sınıf olarak tasfiyesini ilan ederek milyonlarcasını Gulag kamplarına göndermeye başladı. II. Dünya Savaşı'na kadarki süreçte milyonlarca insanı toplama kamplarına göndererek ölümüne neden oldu ve henüz altın çağları bile başlamamıştı. Savaş sonrası zaferle Stalin tapınılan bir figür haline gelmişti ki zirvenin tadını tam alamadan 1 Mart 1953 tarihinde öldü. Stalin'den geriye kalan, kimilerine göre, reel sosyalizmi temsil eden gerçek bir devrimci kimilerine göre ise milyonlarca insanı katlederek tarihin en büyük diktatörlerinden biri olması oldu.

Son olarak, İtalyan faşist lideri Benito Mussolini'ye değinmeden diktatörlük konusunu kapatmak yanlış olur. Faşizm dendiğinde çoğu zaman adı Adolf Hitlerle birlikte anılır, hatta Hitler'in Führer'i gibi kendisi de lider anlamına gelen “Duce” unvanının sahibiydi. 20. yüzyılın ilk yarısında insanlık tarihinin en acımasızca katliamlarından birine imza atmıştır. Başarısız kariyer ve hapis yılları ardından, I. Dünya Savaşı sonrası büyü bir yıkım içinde olan İtalya'da Ulusal Faşist Parti'yi kurarak yirmi bir yıl sürecek iktidarına ilk adımı attı. Aslında Mussolini faşist olmadan önce bir sosyalistti ve 1925 yılına kadar da tam anlamıyla bir diktatör değildi, diktatörlük yılları ancak bu tarihten sonra başladı. Devlet sistemindeki uygulamaları ve yoğun propagandalarla kısa sürede faşist yönetimin meşruiyetini çoğunluğa kabul ettirebilmişti. İktidarının dört yılında kimyasal ve kitle imha silahlarıyla insanlık tarihinin gördüğü en korkunç katliamlarda başrol oynadı. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına gelindiği ve İtalya'nın yavaş yavaş işgaller altına girdiği yıllarda, 1943'te Kral III. Vittorio Emanuele tarafından hapse atıldı ancak Hitler yardımına koştu. Nitekim bu noktadan sonra Mussolini sadece bir kukla görevi görüyordu. Sonu diğer diktatörlerden farklı olmadı, 1945'te İsviçre'ye kaçmaya çalışırken öldürüldü ve cesedi, Roma'da bir meydanda ayaklarından iple asılarak halk önünde teşhir edildi.

Hitler, Stalin, Mussolini gibi bir çoğunun tarih boyunca kurduğu korku imparatorlukları uzun yıllar etkisini sürdürdü.. Hepsi iktidarları süresince çok miktarda kan dökmüş ve acımasız diktatörlük rejimleri uygulamıştır. Nitekim hepsi yükseldikleri kadar hızlı düşmüşlerdir. Tarihin akışında büyük dönüm noktalarına imzalarını atmış diktatörlerin hayatları, politikaları ve katliamları tarih boyunca tartışılmaya devam edilmiş ve önümüzdeki uzun dönemlerde da edilecektir. Onlardan bize kalan ise, tarihin acılarından ders çıkarmaktır. Yazımı, İngiliz siyasetçi Algernon Sidney'in diktatörlük üzerine şu sözleriyle sonlandırmak istiyorum: “Bir ulusu tek kişinin idare edebileceğine inanırım, şu şartla: O adam ayaklarında çizme, elinde kırbaç; o ulus sırtında semerle doğarsa.”

82 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page