top of page
  • Ecem Karaçam

Deli Dahi: Salvador Dali

Tuhaf bakışları, dikkat çeken bıyıkları, aykırı davranış ve sözleriyle 20. Yüzyılın en büyük ressamlarından Salvador Dali… Farklı kişiliği gibi, hayat hikayesi de ilgi çekici.85 yıllık yaşamına 200’e yakın eseri ve bununla birlikte aşkı, sanatı, şöhreti ve tabii ki de deliliğini de sığdırmayı başarmış.

Sürrealizm akımının şüphesiz en önemli ressamlarından olan Dali, 11 Mayıs 1904’te İspanya’nın kuzeyindeki Figueras kasabasında doğdu. Ailesi, ağabeyinin Salvador’un bedeninde yeniden dünyaya geldiğine yani reenkarnesi olduğuna inanıyordu. Bu durum onda bir kişilik sorunu yaratmıştı. Ailesi tarafından fark edilmek ve ilgi çekmek istiyordu. Bu isteği, ileride yaptığı eserlerinde de kendini hissettirecekti. Annesinin desteğiyle de resim yeteneğini keşfeden Dali , “Hasta çocuk” adlı ilk self portresini yaptı. Bu eserin, ailesi ile yaşadığı problemlerin temsili olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Daha 14 yaşında ilk sergisini açtı ve oldukça beğeni de topladı. Öyle ki,bir sanat eleştirmeni “Herkes bu sanatçıdan söz edecek.” diyerek onun başarılı geleceğini yıllar öncesinden görmüştü.

Daha sonraları Madrid’de bir sanat akademisine gitmiş ve burada eğitmenleri tarafından yeteneği keşfedilmişti. Ancak burada da sıra dışı kimliğini belli eden sanat dehası, kendisini değerlendirecek kişilerin yeterli niteliğe sahip olmadığı gerekçesiyle akademiyi bıraktı. Buna ilişkin açıklaması ise şöyleydi: “Çok özür dilerim, ama bu üç profesörden çok daha zekiyim ve dolayısıyla onlar tarafından sınava çekilmeyi reddediyorum. Bu konuyu çok daha iyi biliyorum.”

Empresyonizm, realizm ve kübizm ile karşılaşmasından sonra hayatını değiştiren dönüm noktalarından biri Picasso ile tanışması olmuştur diyebiliriz. “Efendim iyi ressam olmak çok kolaydır. Sadece iki şartı vardır. Birincisi İspanyol olmanız gerekir. İkincisi adınızın Salvador Dali olması gerekir.” diyen Salvador Dali için Picasso, -kendinden sonra- en başarılı bulduğu ressamdı. Fikirlerine saygı duyduğu Sigmund Freud da onun sanata ve hayata bakış açısını etkileyen isimlerden olmuştu. Bu dönemdeki değişimini eserlerine çarpıcı ve tuhaf imgelerle taşıyan sanatçı, yenilenen Dali’yi görüntüsüne de bir ayna gibi yansıtmıştı aslında. Düz ve dağınık saçlarıyla, uzun ve daima yukarı bakan bıyıklarıyla, ağzından düşmeyen piposuyla bir ikon haline geldi. Öyle ki, günümüzde bile dünyaca ünlü diziler ve filmler onun yüzünü, tuhaflığı ve anarşizmi temsil eden bir simge gibi kullanır oldu.

O yıllarda kendini derin düşüncelere ve sanatına adadığından ve belki de mutlu bir ailede büyümemesinden kaynaklı, kadınlar pek fazla ilgisini çekmiyordu. Ama bu durum 1926’da Gala’yla tanışmasıyla değişti. Gala, sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi. Nasıl Frida Kahlo, Van Gogh gibi ünlü ressamlar için aşk, sanatlarını besleyen bir ana damar görevi görmüşse, Dali için de bu öyle olacaktı.Gala’yla yaşadığı aşk, onu her yönden etkileyen büyü gibiydi. Sevdiği kadın onun için bir aşk, bir arkadaş, ama daha da önemlisi bir ilham perisi oldu. Hatta bu “ilham perisi”ni eserlerinde model olarak da kullanmıştı.

1931 yılında, en tanınan eseri olan “Belleğin Azmi” ya da diğer ismiyle “Eriyen Saatler” i tamamladı. Sansasyon yaratan bu eser, sanat camiasında eserin anlamı üzerine çokça tartışmaya sebebiyet verdi. Tablodaki saat imgeleri birçok şekilde yorumlansa da tartışmalara son vermek isteyen Dali için anlamı oldukça basitti: eseri yaptığı sırada peynir yiyen sanatçı, peynirin sıcaktan eridiğini fark etmiş ve bunu da resmine eriyen bir saat olarak yansıtmıştı.

Yanan Zürafa, Penceredeki Kız, Hüzünlü Oyun gibi eserlere imza atan deli dahi, yaratıcılığıyla büyük övgüler alıyordu. Hayal dünyasını geliştirmek için de oldukça tuhaf yöntemlere başvuruyordu. Dali, her gece elinde bir kaşıkla kanepeye oturur, uykuya daldığı anda ise kaşık elinden kayar, zemine çarpar ve kendisini uyandırırdı. Yaratıcılığını, o sırada yarı uyur yarı uyanık halde gördüğü rüyalardan edindiğini açıklamıştı.

Dali’nin olağanüstü, belki de anlam verilemeyen davranışları bununla da bitmiyordu. 500 kg karnabahar ile dolu bir arabayla İspanya’dan Paris’e seyahati ne yaşadığı yıllarda ne de günümüzde bir anlama kavuşturulamadı. Bu olay için de sadece “Her şey karnabaharda bitiyor!” diyerek akıllarda soru işareti bırakmıştır.

Sanat dünyasındaki diğer ressamların aksine, Salvador Dali para kazanmayı çok seviyordu. Christian Dior için oyun kostümleri tasarladı, hala satışta olan Chupa Chups lolipoplarının ambalaj tasarımına da katkıda bulundu. Hatta ünlü çikolata markalarından birinin reklam yüzü bile oldu. Sürrealizmin kurucularından olan André Breton, Dali’nin tabiri caizse paragözlüğünü ona “Avida Dollars” (Fransızca avide à dollars- paraya susamış) lakabını takarak özetlemişti. Dali’den de yanıt gecikmedi, “Sürrealizm Benim!” diyerek Breton’a tepki gösterdi. Onun için “sanat sanat içindir.” algısı yıkılmalı ve sanat hayatın her alanıyla bütünleşmeliydi.

Salvador Dali, değeri kendisi hayattayken bilinen ressamlardandı. Eserleri ona çokça para ve şöhret kazandırdı. Eşi Gala ile dünyayı gezmiş, yine onunla çalışmış, üne, lükse ve sevgiye sahip olmuştu. Dali için bu görkemli hayat, 1982’de hayatımın merkezi dediği Gala’nın vefatıyla sona erdi, büyük bir travma geçirdi ve sağlığı da giderek bozuldu. Bu kaybın ardından sonra neredeyse resim yapmayı da bıraktı. Gala’nın defnedildiği Pudor Kalesi’ne yerleşti ve burada son eserlerini verdi. 23 Ocak 1989’da hayata gözlerini kaparken, ardında yüzlerce güzel eser ve birbirinden tuhaf ama değerli fikirler bıraktı.

Bugün bile eserleri tartışılan, büyük beğeniler toplayan Salvador Dali, kimine göre dahi, kimine göre deli, kimine göre de deli dahi biriydi. O ise, bu soruna cevap niteliğinde şu sözleri söyleyerek kendini bir klasmana koymayı başarmıştı:

“Bir deliyle benim aramda tek bir fark var. Deli aklının yerinde olduğunu sanır. Bense deli olduğumu biliyorum.”

765 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page