top of page
  • Eren Coşkun, Elif Şimşir

İlk Gördüğümüz Andan Bile Güzel: Yüksek Sadakat

Yüksek Sadakat ’in kurucusu, söz yazarı, bestecisi ve bas gitaristi Kutlu Özmakinacı ile, bir kahve eşliğinde, Yüksek Sadakat‘in müzik yolculuğunu konuştuğumuz ve günümüzdeki sanat işlerinden bahsettiğimiz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Perspective: Müzik ile ne zaman ilgilenmeye başladınız? Hayatınızda müziğin yeri nedir?

Kutlu Özmakinacı: Öncesinde tabii ki amatör olarak uğraştım fakat gerçek anlamda üniversitede başladım diyebiliriz. Müziğin hayatımdaki yeri ise her şey aslında bundan sonra. Müziğe başladığım yaşlarda yeteneğimi fark ettikten sonra zaten hayatımı ona göre kurgulamaya başladım.

P: İzmir Bornova Anadolu Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdiniz. Başarılı bir eğitim hayatı içinde yaşamıma müzik yaparak devam etmek istiyorum dediğiniz spesifik bir an var mı?

K.Ö: Tabii ki var. İlk kez elime gitar aldığımda anladım ve direkt okulla ilişkimi kestim zaten. Okulu bitirdim ama çok fazla bir mesaim olmadı. Hayatımı müzik yaparak devam ettirme isteğime göre yaşadım yani müzisyen olmaya doğru evirildim diyelim.

P: Grubu ilk olarak 1997 yılında “Filinta” adıyla kurmuşsunuz. Bu süreç sizin için nasıl gerçekleşti?

K.Ö: Kuruluş aşamasında öncelikle yakın çevremdeki müzisyenlere teklif götürdüm. Onlar kendi arkadaşlarına teklif götürdüler. Bu şekilde yavaş yavaş ilk ekip ortaya çıktı. Sonralarda zaten zaman içinde o ekip de kendi içinde değişti, arada kesintiler oldu. İlk grubumuzun kurulduğu sırada hem ben çalışıyordum hem de diğer müzisyen arkadaşlarım da farklı işlerle uğraştıkları için bizimkisi biraz daha uzun sürdü. Sonuçta o tavrın, tarzın, grubun kendi kimliğinin oluşması uzun süren işler. Bizimkisi biraz işten çıkıp akşam provaya gitmek tarzında olduğu için o süreçler biraz zordu. Sonuç olarak bu yolda kararlı ve istikrarlıysanız müziğiniz bir şekilde ortaya çıkıyor.

P: Peki Yüksek Sadakat isminin anlamı nedir? Aklınıza nereden geldi?

K.Ö: Yüksek Sadakat ismi ise biraz tesadüftü. Biliyorsunuz İngilizcesi high fidelity, kavramsal olarak Türkçe’de tam bir karşılığı yok. Sonuçta sadakatin azı çoğu olmaz. Ya vardır ya yoktur. Buradaki anlam karmaşası hoşuma gitmişti.

P: Sahne almaya başladıktan sonra hiç geriye dönüp keşke bitirdiğim bölümle alakalı bir iş yapsaydım dediğiniz hiç oldu mu?

K.Ö: Hayır, ben bu kararı çok önceden vermiştim zaten. Herhangi bir alanda yeteneğiniz varsa o sizi zaten içsel olarak itiyor. Hayatınızı o işi yaparak geçirmek istiyorsunuz. Onun farkına varıp yapma cesaretini de gösterebilirseniz sonrası artık şansa kalmış.

P: Daha önce bir röportajınızda, Yüksek Sadakat şarkıları hakkında, "Melodik olarak Yüksek Sadakat müziği, 'Ben bunu daha önce duydum' etkisi verir ama aslında duymamışsınızdır." demiştiniz. Hala şarkılarınızda bu etkinin arkasında mısınız?

K.Ö: Evet tabii ki, bu bahsettiğimiz şeyler müzikteki yapısal özelliklerle alakalıdır. Kabaca ifade etmek gerekirse aslında aynı yapı üzerine kurgulanmış olan şarkılardan yüzlerce ya da binlerce vardır. Eğer bu iyi bir şarkıysa “ya ben bunu biliyorum, ben bunu daha önce dinledim” dersiniz ama aslında dinlememişsinizdir.

P: Albümlerdeki şarkıların çoğunun sözü ve müziği size ait. Bu süreçlerde kendinize has rutinleriniz ya da size ilham veren şeyler var mı?

K.Ö: Rutinlerim var tabii ki. Mesela ben geceleri çalışmayı tercih ederim çünkü mevzu aslında konsantrasyon, içe dönüş, dünyayla olan ilişkinizi kapatmak. Rutinleri bambaşkadır her şarkı yazarının ama kabaca storyteller’lar ve hit maker’lar vardır. Ben mesela ikinci kategorideyim. İlham dediğiniz şey aslında kendi dünyanızdaki dönemsel olarak yoğunlaşma ve birikim. İlham bir anda gelen bir şey değil aslında o dönemde bulunduğunuz ruh haliyle alakalı bir şey.

P: Grupta birçok solist değişikliği yaşandı. Bu değişiklik süreçlerinde grup nasıl etkilendi? Alışma süreçleri ya da aksayan şeyler oldu mu?

K.Ö: Biz her seferinde biraz daha yukarı çıktık bu pek görülen bir şey değildir, genellikle düşüş olurböyle durumlarda. Açıkçası bizim böyle durumları aşmak için hazırlıklarımız vardı. Yüksek Sadakat’in temel omurgası vardır. Birincisi, şarkıları ben yazarım. Sound’da genel olarak gitar ve klavye ağırlıklıdır. Bu üç kişi hiç değişmedi. Zaten ses renkleri de çok farklı insanlar seçmedik solist olarak. Hepsi aynı range’de şarkı söyleyen şarkıcılardı.

P: Şarkılarınız arasında sizin için farklı bir yeri olan ya da üretim sürecinde size daha farklı şeylerhissettiren bir şarkı ya da albüm var mı?

K.Ö: İlk albümün heyecanı her zaman farklıdır hayattaki ilkler gibi düşünmek lazım. İlk öpüşme, ilk kez denize girme, ilk sevgili... Her zaman farklıdır insanlar için o yüzden ilk albüm diyebilirim. Şarkı için konuşacak olursak ben sevmediğim hiçbir şarkıyı albümlere koymadım zaten. Sevmediğim bir şarkıyı çalmanın bir manası olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Şarkıların kendi belirlediğiniz kalite standartlarının üzerinde olması lazım insanlarla paylaşabilmek için. Karşılaştırma yapmak doğru olmasa bile duygusal olarak bağlı hissettiğim şarkılarım da var tabii ki. Mesela ilk albümde “Aklımın İplerini Saldım”, ikinci albümde “Babamın Evinde” …

P: Bildiğimiz üzere bütün grup üyeleri farklı spor dallarıyla uğraşıyor, sakin ve sağlıklı yaşamı seviyorsunuz. Bir yandan da fazlasıyla yoğun bir sahne hayatınız var. Bu yoğunlukta kendinize gerekli zamanı nasıl ayırabiliyorsunuz?

K.Ö: Müzisyenlik aslında zamansal anlamda sorun olmuyor. Mesela bizim ekip müzisyenlerin dışında 14-15 kişilik bir ekip. Bu dünyadaki örnekleri gibi 100 kişilik bir ekip olsaydı o zaman daha fazla çalışmak zorunda kalabilirdiniz ama bizim çalışma tempomuz eğer albüm yapmıyorsak cuma ya da cumartesileri konser vermektir. Ben kano ve bisikletle ilgiliyim mesela yapmak istersem hafta içi yapabilirim. Kendimi buna göre ayarlarım.

P: Yüksek Sadakat grubunun bu kadar uzun süre devam edebilmesini sizce nelere borçlusunuz?

K.Ö: İstikrar önemlidir tabii ki ama bir grubun kendi iç dinamiklerini bulması, kurması ve bunları uzun süre devam ettirebilmesi daha da önemlidir bence. Grubu kurduktan sonra yaptığım önemli şeylerden biri katılan herkesin grubun sahibi gibi hissetmesini sağlamaktı. İkinci olarak da sürtüşme gereklidir. Sürtüşme olmayan grup olmaz ama bu sürtüşmeyi pozitife dönük bir şekilde çözmeyi öğrenmek gerekir ki bu da zamanla olur. Pek çok grup da burada patlar aslında. Yavaş yavaş kişilerin birbirine sürtüşe sürtüşe temizlenmesi ve parlaması gerekiyor, aynı kayalar gibi. Bunlar tabii söylemesi kolay ama yapması zor şeylerdir. Sağduyu gereklidir yani bu türbülanslardan çıkabilmek için.

P: Grup olarak olmak istediğiniz yerde misiniz yoksa hala hayalleriniz, gerçekleştirmek istediğiniz şeyler var mı?

K.Ö: Aslında istediğimiz yerdeyiz. Hayalimiz, kendi kriterlerimiz doğrultusunda, kaliteli müzik yapmaya devam etmek. Zamana dayanıklı olmak isteriz. Türkiye’de istediğiniz müziği yapabiliyorsanız bu zaten çok başarılısınız demektir.

P: Perspective’in 20.yılında Sanat ve Değişim konularını işledik. Dolayısıyla size şöyle bir soru sormak isteriz. Türkiye'deki genel müzik anlayışı çok keskin bir dönüşte bunun grubunuz üzerinde bir etkisi oldu mu yoksa aynı kitleye hala hitap ediyor musunuz?

K.Ö: Uzun zamandır böyle bir dönüş var aslında. Bana göre müziğiniz zamanın ötesine geçmeyi becerebiliyorsa, zaman üstü olabiliyorsa, ki bence biz böyleyiz, her koşulda başarılı olabiliyor. Dinleyici daha hızlı değişiyor, mesela sizin yaşınızda ya da sizden çok daha genç arkadaşları Yüksek Sadakat konserlerinde şarkılarımızı söylerken görebiliyoruz. Yani bizim açımızdan biz bu dönüşün dışındayız ve kendi hoşlandığımız şeyi yapmaya devam ediyoruz. Dışarıda ne olup bittiği bizi çok da ilgilendirmiyor.

P: Peki son zamanlarda çıkan sanata dair işlerden aklınızda kalan var mı?

K.Ö: En son seyrettiğim iyi film Irishman’di. Parasite’a gidecektim tavsiyeler üzerine ama henüz gidemedim. Genç jenerasyondan gelen gruplara bakıyorum, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Adamlar, Jakuzi; bunların hepsi ilgimi çekiyor ve beğeniyorum da. Son Feci Bisiklet ve Palmiyeler de eklenebilir. Büyük Ev Ablukada’yı da seviyorum, onların da Türkiye için öncü şeyler yaptıklarını düşünüyorum. Resim ve Plastik sanatlarda fikir beyan edecek kadar uzmanlığımın olduğunu düşünmüyorum açıkçası.

P: Müzik eleştirileri de yazmışsınız daha öncesinde. Müzisyen için müzik eleştirisi yazmak avantajlı mı yoksa dezavantajlı bir durum mu?

K.Ö: Böyle bir şey size avantaj da getirir dezavantaj da çünkü ön yargılar oluşmaya başlar müzisyen olduğunuz için ve asıl konuyu gözden kaçırabilirsiniz. Yapılan şeyin, sıradan bir dinleyicinin fark etmesinin zor olabileceği ayrıntıları, becerileri siz daha iyi fark edersiniz çünkü bu işin bütün aşamalarını biliyorsunuzdur. Ama şöyle etik bir mesele çıkıyor ortaya, siz kendiniz müzik yaparken insanların yaptığı müziği eleştirmek biraz “sorunlu” bir şey. Ben de zaten 2-3 yıl kadar yapıp bıraktım çünkü arkadaşlarınızın yaptıklarını eleştirmek zorunda kalıyorsunuz ve insanlar, özellikle Türkiye’de, genel olarak duygusallar. Bu yüzden arkadaşınızın yaptığı işi ne kadar objektif eleştirirseniz eleştirin karşı taraf yeterli görmeyebilir o yüzden oraya hiç girmemek en iyisi.

P: Son olarak sahneye çıktığınızda neler hissettiğinizi tarif edebilir misiniz?

K.Ö: Ben çok zevk alıyorum. Hayatta kendimi en iyi hissettiğim yer sahne diyebilirim. Yaşadığımı en iyi hissettiğim yer. Sahne tutkum vardır, ne kadar çalarsam o kadar çalmak isterim.

249 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page