top of page
  • Halit Berk Bulakoğlu

Nereden Çıktı Bu Donald Trump?


Bu konu üzerine yazmaya karar verdiğimde henüz seçimler olmamıştı. Ben de ortak paydada buluştuğum birçokları gibi Trump’ın koca bir şaka olduğuna ve her ne kadar kötünün iyisi olsa da sandıktan Clinton çıkacağına inanıyordum. Anketlerdeki hızlı değişimler yazıyı sürekli ertelememe yol açtı sonra seçim sonuçlarını beklemeye karar verdim. Haliyle gelen sonuçlar ile elimdeki bütün taslaklar bir anda Donald Trump’ın kendinden farklı insanları anlayabilme kabiliyetiyle eş değer oldu; koca bir sıfır. Şimdi sevgili okur bu yazıyı iki türlü yazabiliriz; birincisi ben Amerika’nın ve dünyanın politik kararlarını incelemek üzerine kariyer yapan yani bu işe hayatını vermiş kadın ve adamların tüm yazdıklarını okurum, aralarına kendi esprili cümlelerimi yerleştiririm ve altına çok ufak puntolarla kaynakça belirtip sanki tüm bunlar benim özgün fikirlerimmiş gibi size sunarım ki doğruyu söylemek gerekirse ilk başta bu yoldan ilerleyeceğimize inanıyordum. Bu nedenle konuya dâhil yazılmış araştırma yazılarının birçoğunu da okudum. Şunu fark ettiğimi söyleyebilirim ki; ayrıntılı bir şekilde tüm resmi, neden ve sonuçlarıyla bulabileceğiniz makaleler bir Google kadar uzağınızda. Eğer konu ilginizi çekiyorsa mutlaka uğramanızı öneririm. Gelelim ikinci yola... Siz elinize bir kahve alırsınız, ben de konuyla ilgilenen bir arkadaş olarak hissettiklerimi, gördüklerimi, korkularımı ve beklentilerimi paylaşırım. Seçme ve seçilme hakkının çok mantıklı sonuçlar doğurmadığı şu günlerde elbette sizden oy vermenizi istemiyor ve ikinci yol ile yazıya başlıyorum. Genel olarak dünyada neler olup bittiğine göz atarak başlayalım. Türkiye gibi merkez sağ olarak nitelendirebileceğimiz siyasi partiler ile yönetilmeye alışkın ülkeler ve 2000 yılından itibaren seçimleri ambargo havasında geçen, baskı ve sertliğin büyük alkış topladığı Rusya’yı bir kenara bırakalım. Avrupa’da ve dünyada gözle görülebilecek bir değişim havası mevcut. 2017 yılında gerçekleşecek Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen’in yükselişi kayda değer biçimde. Ayrıca 2012 seçimlerinin galibi Sosyalist Parti’nin, François Hollande’ı aday gösterse de göstermese de ikinci tura kalamayacağı çok yüksek bir olasılık gibi gözüküyor. Ada tarafında da durumun pek iç açıcı olmadığı Brexit ile kendini gösterdi. Öyle ki Avrupa Birliği’nde kalalım kampanyasına destek veren İşçi Partisi milletvekili Jo Cox radikal bir sağcı tarafından seçime gidilmeden önce öldürüldü. Buna rağmen referandumdan çıkan sürpriz sonuç ile Avrupa Birliği’nden çıkma kararı alan Birleşik Krallık’ta, bu karanın mimarlarının da yaşlı seçmenler olduğu bilinen bir gerçek. 18-24 yaş arası kesim %75 ile kalalım derken; ülke, 50-64 yaş arası kesimin %56’sının sözüne uyarak gençlerine istemedikleri bir gelecek armağan etti. Şimdi sizi daha fazla kaybetme riskini almadan, cümleyi son bıraktığım yer ile konuları bağlıyorum: “Make America Great Again” ne demektir? Bu Amerika’da ne vardı önceden ya da Birleşik Krallık’taki Avrupa Birliği öncesi dönemini “Ah Ah nerede o eski günler” diye anan bu kesimin kast ettiği ne? Amerika’da önceden ne vardı arkadaş, siz neden artık “great” olmadığınızı düşündünüz de “Gördüğüm her güzel kadını bir yerinden kavramak istiyorum.”, “Kızım aslında kızım olmasa onunla çıkardım”, “Şu sınıra da bir duvar iyi gider diyorum.” diyen; televizyonlarda millete “kovuldun” demekle ünlenmiş bu adamı lider yaptınız diye sorarlar adama. E sorsunlar o zaman;


1-Düşman: Yıllarca Sovyet Rusya’ya karşı soğuk savaşta ne yapmayı planlıyor diye oy veren,

Vietnam Savaşı’nı bize kazandırır mı diye sandığa giden, 11 Eylül’ü Iraklıların yanına bırakmayacaksın herhalde diye politikacı arayan Amerika’nın mevcut elle tutulur bir düşmanı yok arkadaşlar. İŞİD’in doğrudan Amerika’yı hedef almak yerine Avrupa ve Türkiye üzerinden saldırılarını gerçekleştirmesi, eski düşman komünist Küba ile bile oturulup konuşulması, mülteci krizinin hali hazırda sıcak ilişkilerin bulunmadığı Rusya ve İran’ı karşı karşıya getirmesi, ayrıca Avrupa’ya gitmek için her sonucu göze alan savaş mağdurlarının Atlantik Okyanusu’nu geçme şanslarının olmayışı sonucunda Amerika’nın uzun bir zaman sonra çok net bir düşmanı yoktur. Haliyle bu konu odağında oy veren jenerasyonların mirasını taşıyan seçmenin de kafası karışmıştır.


2- Katı muhafazakârlık: Her birimizin basketbol, beysbol gibi bilumum sporları oynamak isteyeceğimiz Obama’nın Beyaz Saray’ı baştan sona gökkuşağı renkleri ile boyadığı görüntüyü hepimiz hatırlarız; eşcinsel evliliği artık Amerika’da tüm eyaletlerde yasal. Yani gününün çoğunu tüfeğini parlatmakla geçiren Sam Amca’nın herhangi bir eğitim öğretim almamış, almışsa da bir yerlerde bırakmış olan kovboy oğlu Tom’un kafası bir hayli karıştı. Kafa karışıklığını gidermek için düşünmek ya da empati yapmak gibi eylemler de ona milyonlarca ışık yılı uzakta olduğu için en iyi bildiği şeyi yaptı; gerildi ve iyice sinirlendi.


3- Irkçılık: Biz insanlar için 50-60 yıllık zaman dilimi çok önemli olsa da devletler için hiçbir şeydir. Yani 1947 yılında ilk siyahi profesyonel beysbol oyuncusu olan Jackie Robinson’un Tom ve türevleri tarafından asla kabullenilmeyişi, 1955 yılında otobüste bir beyaza yer vermediği için tutuklanan Rosa Parks’ın hikayesi, 1965’te medeni haklar için savaşan Malcom X’in, 1968’de güzel hayal kurmayı insanlığa öğreten Nobel Barış Ödüllü Martin Luther King’in katledilişi hiç de uzak zamanlar değildir. Düşünün ki bu nesil sekiz yıl siyahi bir lider tarafından yönetilmiştir. Matematikte, fizikte, felsefede ve akla gelebilecek her kafa gerektiren işte kimsenin önüne geçemeyeceğini bilen Tom sahip olduğu tek üstünlük olduğuna inandığı beyaz doğmuş olmayı da kaybetmiştir.


4- Homojen toplum: Bu noktada bazılarınızın “Orda dur işte. Amerika yıllardır göç alır; İtalyan asıllı, İrlanda asıllı yüzbinlerce insan var çok uzun zamandır.” dediğinizi duyar gibiyim ama arkadaşlar işin rengi artık değişti; yüzlerce kanala sahip İspanyolca yayın yapan Amerika merkezli onlarca televizyon şirketleri var. Kısaca Hispanic olarak adlandırılan Latin kökenli insanlar Amerika nüfusunun %17’sini oluşturmakta. Yalnızca Kaliforniya’da 14 milyon Latin kökenli insan yaşıyor. İşin en can alıcı noktası, bu insanlar genellikle Tom’un yapmak istediği işleri yapıyor ve ondan çok daha iyi yapıyor. E haliyle siyahi bir lider tarafından yönetilmenin ağırlığı ile yaşayan Tom, mahalleden arkadaşları James ve Bob, evlendiği haberi üzerine bir de işini ondan daha iyi yapan bir Meksikalıya kaybedince; nereden çıktı bu Donald Trump? Çuvaldızı batırma kısmını bitirdiğimize göre gelelim iğneye; toplanın arkadaşlar aynanın karşısına geçiyoruz. Acaba biz değil miyiz küçücük okulumuzda, mahallemizde hatta ailemizde kim kime oy vermiş diye saniyesinde konuşmaya başlayan; insanları giydikleri, yedikleri ve geldikleri yer ile değerlendirip hemen bir toplumsal sıfat yapıştıran? Dur yahu hemen sinirlenme yanlış mı aklımda kalmış, sen değil miydin Bağdat Caddesi’nde “ice latte” yudumlarken “Buralar da çok Suriyeli doldu yaa” diye söylenen? İş başvurusunda bir başkasına kaybedince “Nasıl yani? Benim lisem, üniversitem belli. Nasıl onu alırlar?” diyen? Ayrıca aynadakiler, Trump’ı Washington’da aramaya da hiç ihtiyaç duymayacak bir ülkeyiz biz. Belki model bir eşleri, milyarlarca dolarları ve komik turuncu saçları olmayabilir ama yol sormaya gelen torunu yaşındaki kızı dakikalarca süzen sonra magazin haberlerini dikizlerken yakalanınca da “tövbe tövbe kim açtı bunları vay gavurlar sizi” diye kanal çeviren, özü ahlaksız Bakkal Mehmet’tir Donald Trump. “Bu Kürtler de çok olmaya başladı şimdi de kahvehane açacaklarmış mahalleye” diye kasılan Kahveci Ertem’dir Donald Trump. “Oh olsun o gazetecilere öyle haber yaparlarsa sonu bu olur” diyen Ev Hanımı Binnur’dur Donald Trump. Hoşgörüyü, dostluğu, sevgiyi; aç gözlülüğe, kazanma hırsına, hayasızlığa tercih etmeyen her kesimdir Donald Trump.


İşin en acıklı kısmı da arkadaşlar, bizler o aynada hesap veremediğimiz sürece, sandık başlarında daha çok sorarız birbirimize; nereden çıktı bu Donald Trump?

18 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page