top of page
  • Defne Tatlıçeşme

Özgürlüğün Peşinde Ritim Tutan 80’ler

“Converse”lerinizi ve deri ceketlerinizi giydiyseniz dans etmeye başlayalım mı?

“Dear Mr. Vernon,

We accept the fact that we had to sacrifice a whole Saturday in detention for whatever it was that we did wrong. What we did was wrong. But we think you're crazy to make us write this essay telling you who we think we are. What do you care? You see us as you want to see us... in the simplest terms and the most convenient definitions. You see us as a brain, an athlete, a basket case, a princess, and a criminal. Does that answer your question?

Sincerely yours, The Breakfast Club.”

1980’lerde yapılan tüm gençlik filmlerinin ana fikrini en iyi şekilde açıklayan bu mektupla başlayan unutulmaz film “The Breakfast Club”, gençlerin önemsenmemeye karşı isyanlarının en ses getireni ve en popüleri olma özelliğini bugün de koruyor.

Çizgi filmlerden sonra ilk izlediğim film, tüm zamanların en iyi müzikallerinden “Grease”ti. Takip eden yıllarda her hafta sonu açıp repliklerini ve danslarını ezberden canlandırdığım bu filmle 80’lere ve o dönem filmlerine olan aşkım başladı. 1978 yapımı Grease’in, çıkış tarihiyle 80’lerin temasını oluşturacak “Amerikan Lise Hayatı” filmlerinin başlangıcı olduğunu hatta o filmleri izlememiş insanlara bile ulaşan bir akımı oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Koridordaki dolaplar, popon kızlar, spor takımları, büyük futbol-basketbol salonları, balolar ve tabii ki okula serbest kıyafetle gitme özenimiz yani Amerikan lise rüyamız aslında tam da bu dönem filmleriyle başlıyor.

Dönemin ünlü gruplarının filmlerin şarkılarını yapması, bu şarkıların hit olması veya karakterlerin giydiği kıyafetlerin “it” parçalara dönüşüp moda olmasından anlaşılacağı üzere bu yıllarda film-müzik-tekstil sektörleri iç içedir. Birbirleriyle kaynaşmanın karşılığını da her daldan popüler olmayı başararak alırlar. Başlı başına ayrı bir kültür oluşturan 80’lerdeki filmler, unutulmaz sahneleri, soundtrackleri, kostümleri ve ideolojileriyle “ikonik” sıfatını hak ederler. Jason Dean’in vücuduna taktığı patlayıcılarla okulun önünde kendini havaya uçurması kadar beklenmedik, Llyod Dobler’in gece yarısı Corey’nin penceresinin önünde elindeki boomboxla serenat yapması kadar romantik, babasının Bruno’nun eserini taksisindeki hoparlörle açmasıyla tüm öğrencilerin dans ederek trafiği kapası kadar eğlenceli sahnelerle bu sıfat tescillenmiştir. Her filmin kendi imzası niteliğinde bir sahneye, bir şarkıya sahip olması inkâr edilemeyecek bir sektör harikasıdır. Zaten 80’ler filmlerinin amaçları o güne kadar ki en büyük etkiyi yaratmak, ilk gösterim haftasında önceki filmlerden daha fazla hasılat getirecek filmler üretmektir.

Amaçlarına ulaşıp dönemlerine damga vuran bu filmlerde Soğuk Savaş’ın sonuna gelinmesiyle oluşan rahatlamadan mı bilinmez en kötü olay bile eğlenceli şekilde aktarılır. Kasvetli hiçbir sahnenin olmadığı bu filmlerin bol danslı, bol şarkılı geçme nedeni kendilerinden ve hayatlarından memnun olmayan genç karakterlerin acılarıyla başa çıkma yöntemi olarak eğlenceyi seçmeleridir. Çocuklarıyla ilgilenmeyen, onları önemsemeyen ebeveynlere karşı isyan eden bu genç karakterlerin gelecekle ilgili hiçbir beklentileri veya amaçları yoktur çünkü bir ideale sahip olma zorunluluğunu kabul etmezler. Özellikleri, istekleri, görüşleri önemsenmeden tek tipleştirilmek istenmelerine karşı sadece kendi tutkularının peşinden giderler. Uğruna çaba harcadıkları tek şey: özgür hissetmektir. Kaybolmuş gibi görünen bu karakterler aslında bizim olmayı unuttuğumuz gençliği gösterir. Bu filmleri ergence, fazla müzikli veya sıradan bulanlar elbet vardır ama eğer satır aralarındaki detayları görmek isteyerek izlerseniz niye bu kadar önem verdiğimi anlayabilirsiniz. Her saniye kafamızda bir şeyler düşünüp planlar ve koşuşturmalar arasında asıl kaybolanlar biziz çünkü. Bize önemli olanın sınavlar, başarılar veya olmamız gerek kişiye dönüşme çabalarının değil eğlenip hayatı yaşamak olduğunu hatırlatan filmlere ihtiyacımız var.

Ne kadar arasak da gençleri yansıtan bir film bulamamamız ve günümüzde gençlik filmlerine gereken önemin verilmeyişinin nedeni gençliği işleyişlerindeki farklılık. Şu an piyasadaki gençlik dizi-filmlerinin çoğu 3’lü kötü kız grubu ve onların yaptığı entrikalara dayanıyor oysa 80’lerdeki gençlik filmlerinin her biri arkadaşlığın önemini aileden bile üstün tutmalarıyla bilinirler. Kendine kötü sıfatının verilmesinden haz duyan ve bu lakap için her türlü kötülüğü yapan liseliler çoğunlukta mıdır bilemem ama kıyasladığımda şimdiki filmlerin abartısının ve yapmacıklığının yanında 80’leri seçiyorum. Filmlerin bizim egomuzu tatmin edip özenilecek hiçbir yanı olmayan karakterler gibi davranma isteği uyandırmasındansa gerçek ve hayattan olmasını tercih ediyorum çünkü. Sözlerim yanlış anlaşılmasın “Back To The Future”daki zamanda yolculuk yapan arabanın gerçekliği değil tabii ki bahsettiğim. Saf aşkları, çıkar gütmeyen arkadaşları, aileleri ve toplumdan istekleri yönüyle gerçek buluyorum. Hoş zaten şimdiki filmlerdeki gibi 14 yaşındaki erkeklerin silahlı kavgaları, kızların lise öğrencisi yerine adeta bir trilyoner gibi yaşadıkları hayattansa zaman makinesinin gerçek olmasını umarım. Gençlik filmleri şu anki çizgisini değiştirse bile insanı en sade şekilde ve en haklı kaçışlarıyla inceleyen bu filmlere yetişebilecek mi merak ediyorum.

Söylenen ve olması gerekenler arasında sıkışıp kaldığımı fark ettiren bu filmlerdeki karakterler işte tam da bu yüzden bu kadar unutulmazlar. Kendini yaşayabilmenin ne kadar cesaret istediğini biliyorum. Onların özgürlüğe nasıl ulaştıklarını merak ediyorsanız size “Ferris Buelers Day Off”taki Ferris’in sözlerini aktarayım: “Benim düşünceme göre ‘-izm’ler iyi değiller. İnsan herhangi bir ‘-izm’e inanmamalı, o kendine inanmalı.”

Sizin de ritim tutmanızı sağlayacak bu özel filmlerle özdeşleşmiş şarkılar:

Grease (1978): Frankie Valli- Grease

Saturday Night Fever (1977): Stayin' Alive- Bee Gees

Fame (1980): Irene Cara- I’m Gonna Live Forever

Flashdance (1983): Irene Cara- What A Feeling

The Outsiders (1983): Elvis Presley- We’re Gonna Move

Footloose (1984): Kenny Loggins- Footloose

Sixteen Candles (1984): Thompson Twins- If You Were Here

Back To The Future (1985): Chuck Berry- Johnny B. Goode

The Breakfast Club (1985): Simple Minds- Don’t You (Forget About Me)

St. Elmo’s Fire (1985): John Parr- Man In Motion

Stand By Me (1986): The Coasters- Yakety Yak

Ferris Bueller’s Day Off (1986): Wayne Newton- Danke Schoen

Pretty In Pink (1986): The Psychedelic Furs- Pretty In Pink

Mannequin (1987): Starship- Nothing’s Gonna Stop Us Now

Can’t Buy Me Love (1987): The Beatles- Can’t Buy Me Love

Heathers (1988): Doris Day- Que Sera Sera

Say Anything (1989): Peter Gabriel- In Your Eyes

Pretty Woman (1990): Roy Orbison- Pretty Woman

Etiketler:

79 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page