top of page
  • Bahar Öztütüncü, Ece Acar

Ekranların Unutulmaz İsmi: Cansu Dere

Eyşan, Sıla, Zeynep, Nevra ve çok daha fazlası... Her karakteriyle kendini baştan yaratan, oynadığı zor rollerle kendisine hayran bırakan Cansu Dere’yle samimi bir sohbet...


Perspective: İstanbul Üniversitesi Arkeoloji mezunusunuz. Bu bölümü seçme sebebiniz neydi? Hâlâ bu konuda bir şeyler yapıyor veya yapmak istiyor musunuz?


Cansu Dere: Bölümü seçme sebebim okulda da tarih ve sosyolojiyle ilgilenmiş olmam. Hem tarih hem insanla ilgili olması, toprağın da işin içinde olması cezbediciydi diyebiliriz. Ancak ben mezun değilim, üniversiteyi son sınıfta bıraktım.


P: Modellikten oyunculuğa geçişiniz nasıl oldu? Miss Turkey'e katılmadan önce oyunculuk yapma planınız var mıydı?


C.D: Miss Turkey'e arzu ederek, planlayarak katılmadım. Modelliğe başlamama vesile olan olay, o zamanlar beraber çalıştığımız Gaye Sökmen'in benim adıma başvurmasıydı. Sonucundan memnunum elbette, bir pişmanlığım yok. Sadece hayatım için planlı aldığım bir karar, bir hedef değildi. Oyunculuk çok daha sonra geldi. Reklam filmlerinde oynuyordum ama uzun vadeli tekliflere cesaret edip sıcak baktığımı söyleyemem. Daha sonra Alacakaranlık projesi için Uğur Yücel ile tanışmamla değişti her şey.


P: Hayatınızdaki en büyük destekçiniz kim?


C.D: Zor bir soru. Kendim herhalde, bence insanın en büyük desteği kendinden geliyor.


P: Geçmişe dönüp değiştirmek istediğiniz bir pişmanlığınız var mı?


C.D: Geçmişe hak ettiğinden fazla önem veren biri değilimdir. "Keşke"li ve özlem dolu yaşamak yorucu geliyor bana. Değiştirmek isteyeceğim bir şey, bir pişmanlığım yok. Çünkü bir tane değişiklik için başka birçok şeyin değişmesi gerekir. Öyle bir şey arzu etmiyorum. Beni ben yapan bütün bu yaşadıklarım, deneyimlediklerim.



P: Başka ülkeleri gezip farklı kültürler tanımayı seven birisiniz, bunun işinize ve hayatınıza katkıları oluyor mu?


C.D: İlk olarak insanlığıma katkısı olduğunu düşünüyorum. Herkese de tavsiye ederim. Öğrenmenin güçlü bir yolu da olduğunu düşünüyorum. Ben müze gezmeyi çok severim; gezdiğiniz yerlerin tarihini araştırmak, farklı kültürler hakkında bir şeyler öğrenme yolunda size birçok kapı açıyor. Resimle ilgileniyorsanız farklı; edebiyat, mimari, ekonomi ile ilgileniyorsanız farklı bilgiler öğrenebiliyorsunuz. Ben “gezdim, gördüm, fotoğrafladım” tarzında seyahat etmiyorum; gittiğim yerde uzun vakit geçirip, müzesine, sokağına, insanlarına karışmayı seviyorum. Ne kadar okusam da gezip görmezsem ve insanları ile tanışmazsam sadece okuduğum kadarını hayal edebilirim gibi geliyor. O yüzden imkân varsa deneyimlemek önemli.


P: Birçok kişi Türk tarihinin en iyi dizisinin Ezel olduğunu söylüyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Eyşan’ın hâlâ hafızamızda canlı kalması neye bağlı? Bu rolle özdeşleştirilmek size nasıl hissettiriyor?


C.D: Kendi işimle ilgili öyle iddialı bir cümle kuramam; ancak Ezel, o dönem için televizyonda yapılan dizilerden senaryo, çekim, ekip olarak çok farklıydı. Eyşan, dizilerde görmeye alıştığımız baş kahraman kadın karakterlerinin dışındaydı. Mükemmeli temsil eden bir peri kızı değil; hayatta yanlış seçimleri, ihanetleri, pişmanlıkları olan tehlikeli bir kadındı. Can yakardı Eyşan, hâlâ bir ihanet ve can yakan bir olay varsa gelir akıllara. Özellikle erkeklerin hafızasında çok canlı olduğunun farkındayım, yorumlarıyla farkettiriyorlar. Elbette bu yorumları hiç üstüme alınmıyorum, bilakis bazılarını çok yaratıcı ve komik buluyorum.


P: Şahsiyet dizisinin metni elinize ulaştığında televizyon izleme kültürüne bağlı Türk izleyicisinden uzak kalabileceğinizi düşündünüz mü? Çekindiğiniz herhangi bir sahne oldu mu?

C.D: Çok samimi söylüyorum hiç öyle endişelerim yoktur. Gelen senaryoyla, karekterimle ilgili hiç bu yönde düşünmem. İlk sorum "Acaba seyirci beğenir mi? Ratingler nasıl olur?” değil de “Bu hikayenin içinde olmak istiyor muyum?” olur. Seyirciyle o hikayenin uyumunu düşünmek daha çok yapımcının işi gibi geliyor bana. Zaten bir proje seçerken hemen ikinci derecede önemli olan yönetmen, yapım, yani ekip benim için. Çekindiğim sahne olmuştur elbet ama dediğim gibi yönetmen çok kıymetli. Onur Saylak ile çalışmak onun da oyuncu olması sebebiyle çok konforluydu, o sahneleri onun yönlendirmesi ve şahane ekibimle kolay atlattım.



P: IMDB kullanıcılarının seçiminde Şahsiyet en iyi 40 dizi arasında seçildi. Öncelikle sizi ekip olarak tebrik ediyoruz. Türkiye'de gelişmeye başlayan internet dizileri hakkında sizin yorumunuz nedir? Çekim anında bir fark olduğunu hissediyor musunuz?


C.D: Dijitalde bölüm sürelerinin daha kısa, yani dünya standardına uygun uzunlukta olmaları ve dijitalin nispeten bağımsız bir mecra olması, bize daha özgün hikayeleri daha özgürce anlatma fırsatı veriyor. İnternet platformlarında hikayeyi anlatma süresi açısından ekip daha özgür oluyor. Bu platformların çoğalması ve daha farklı tarzlarda dizilere yer açılması lazım. Bu şekilde televizyondaki uzun pembe dizi alışkanlığı değişir mi bilmiyorum ama onlara güçlü bir alternatif olabilir. Ben de izliyorum, seyirci olmanın ötesinde mesleğim nedeniyle televizyonda da internette de dizilerin ilk bölümlerini kaçırmamaya çalışıyorum. Ancak bu "online platformlar" bizi programlıyormuş gibi geliyor; “Menü”de ne varsa, platform önümüze ne koyarsa ona bakıyoruz. Eskiden daha çok araştırır, ilgilendiğimiz yönetmenlerin, oyuncuların dizilerini-filmlerini bulmaya çalışırdık.

P: Siz nasıl bir izleyicisiniz?


C.D: Her şeyi izliyorum; zaten dediğim gibi her diziyi, filmi menü gibi önümüze veriyorlar. Son zamanlarda onu da dengelemeye çalışıyorum. En azından farklı filmler seyredebilmek için DVD Player aldım, onu da ne zorluklarla buldum bir bilseniz. Yabancı dizilerden ise en son Deutschland 83'ü izledim. Bu aralar Patrick Melrose'a bakıyorum, izlemediyseniz o diziyi öneririm. Gerçekten müthiş bir performans işi.


P: Acı Aşk filminde canlandırdığınız Oya karakterine nasıl hazırlandınız?


C.D: Şimdi düşününce üzerinden ne kadar zaman geçtiğini fark ettim. Oya farklı bir karakterdi ve her şeyden önce görme engelli oluyordu bir dönem. Role hazırlık sürecinde görme engelliler derneği ile görüştüm ve çalışmalar yaptık. Filme Ezel ile aynı zamanda başlamıştım ve iki set arasında gidip geliyordum. Çok zor olduğunu şimdi hatırladım. Bazen son dakika gelişir herşey, çok hızlı sete çıkmak zorunda kalırız. Hazırlık için bir ay var ise "Oh, ne konfor" dediğim zamanlar olmuştur.


P: Henüz oynamadığınız ama hayalini kurduğunuz bir rol var mı?


C.D: Yok aslında; güzel yazılmış her rolü, derinliği olan her karakteri oynamak isterim.


P: Birçok yapımda birbirinden başarılı oyuncularla bir arada bulundunuz. Çalışma fırsatı bulamadığınız ama beraber çalışmak istediğiniz özel bir isim var mı?


C.D: O konuda kendimi şanslı sayıyorum; çok teşekkür ederiyorum hayata. Haluk Bilginer ile çalışmamış olsaydım, onun ismini söylerdim.


P: Sizce bir dizinin başarısı senaryodan mı yoksa yönetmenden mi kaynaklanır? Nereye kadar yönetmen etkisi hakimdir? Güçsüz bir senaryo iyi oyunculuk ile güçlendirilebilir mi?


C.D: Bizim işimiz ekip işidir, fakat temel taşı senaryodur. Benim ilk baktığım şey senaryo, sonra da yönetmendir. Ayıramıyorum ikisini, çünkü senaryodaki dünyayı kuran kişi yönetmendir. Yönetmen işin genelinden sorumludur. Sen orada ekleyerek veya değiştirerek oynayabilirsin. Yönetmen büyük resmi görüp müdahale etmelidir. Güçsüz bir senaryonun da iyi oyunculukla güçlendirilebileceğini zannetmiyorum. İyi bir senaryo olmadan oyuncu, an ve derinlik olarak bir şeyler yapmaya çalışsa da ancak bir yere kadar oynayabilir. Bir şekilde kendi birikimi veya yönetmenle toparlasalar da uzun vadede iyi bir sonuç almayacaklarını düşünüyorum.


P: Unutamadığınız bir set anınızı anlatabilir misiniz?


C.D: Alacakaranlık setinde Tuncel Kurtiz’in kızını oynuyordum. Eminönü’nde “Hamam” diye bir mekan vardı, orada senaryo gereği babanın kızını azarladığı sahneyi çekecektik. Provalardan sonra sahneye girdiğimizde Tuncel Abi bana öyle bir bağırdı ki yerimden fırladım ve bir anda istemsiz olarak gözyaşlarım akmaya başladı. O yükseklikte daha önce bana hiç bağrılmamıştı. Hissettiğim duygular ve vücudumun verdiği tepkiler hâlâ hatırımda.


P: Oyunculuğa başlamak isteyen birine ne tavsiye ederdiniz?


C.D: İnsanın kendi yolunu bulması lazım. Öğrenme, bilgi donanımını arttırma, kendini geliştirme yöntemleri insandan insana farklılaşabilir. Bazısı okulda öğrenir, bazısı deneyimleyerek öğrenir. Oyunculuk workshoplar ve takip edebileceğiniz eğitimler açısından kendini geliştirmeye fırsat tanıyan bir alan. Kendilerini her yönde geliştirmelerini tavsiye ederim. Dans etmeyi de öğrensinler, farklı müzikler de dinlesinler, spor da yapsınlar, bol bol film seyretsinler, fırsat buldukça gezsinler… Sadece oyunculuk hayalleri için değil insan olarak gelişmek de çok önemli. İnsan olmayı başardığında, hayatta her şeyi yapabilirsin.





723 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page