top of page
  • Naz Eraslan, Yağmur Özbakır

Lirizmin En Çok Yakıştığı İnsan: Can Bonomo

Onu şarkılarıyla ve şiirleriyle biliyorduk. Şimdilerde lirizmini sanatın başka bir dalına taşıyor. Hem The Marmara Pera Oteli’ndeki "Anachronismus" sergisini gezdik hem de kendisiyle güzel bir sohbet gerçekleştirdik. İşte karşınızda Can Bonomo!


Perspective: Sahnelerde gördüğümüz Can Bonomo’yu kendisinden dinleyebilir miyiz?


Can Bonomo: Ben kimim? Şiir yazan bir müzisyenim, hobi olarak da resimle ilgilendiğim ortaya çıktı bu sene. Üniversitede görsel tasarım dersleri almıştım. Kendi konser afişlerimi, birtakım posterleri toparlıyordum. Sonra Bulunmam Gerek albümünü yazarken de neden çizmeyeyim, çizmek bana iyi geliyordu dedim. İki sene içinde bunlar birikti. E madem bunlar birikti, insanlara göstereyim dedim.


P: Neden ilk serginize Anakronizmi taşımak istediniz?


C.B: İlk dört eser bittikten sonra evin muhtelif yerlerine asmaya başlamıştık tabloları. Ev arkadaşım pazarlama işi yapıyor. Bir gün bunlar böyle olmaz, fonksiyonu olması lazım bir resim sergisinin dedi. Anakronizm orada aklıma geldi çünkü hep böyle bir zamansızlık söz konusuydu. Başka da ortak pek bir tarafları yoktu. Geri kalan işleri onun üzerine kurguladığımda böyle bir sergi ortaya çıktı.


P: Şiire olan tutkunuz hayranlarınız tarafından epey ilgi görüyor. Sizin ilhamı yakaladığınız ortamlar, zamanlar neler oluyor? “Yazamıyorum, tıkandım.” dediğiniz zamanlar oluyor mu?


C.B: Genelde gündüz 11’den akşamüstü 6’ya kadar yazıhanemdeyim ve durmadan yazıyorum. Bunların çok küçük bir kısmı okumaya değer olabiliyor. Dolayısıyla çok tıkanıyorum, evet. Bazen 6 ay tıkandığım da oluyor. Çok korkuyorum, endişeleniyorum ama geçiyor ya da geçtiğine inandırıyorum kendimi. Şurada bir tepe var, orada çok acayip şeyler yazıyorum ben gibi bir durum yok, yazıhanemde oluyor hepsi.


P: En sevdiğiniz üç tane şairi seçmeniz gerekse kimleri seçerdiniz?


C.B: Üç tane organını seç sen de bakalım yaşayabilecek misin?


P: Peki o zaman kimleri başta sayabilirsiniz?


C.B: Ben en çok İkinci Yeni Dönemi’ni seviyorum, en hayran olduğum kuşak. Edip Canseverler, Turgut Uyarlar, Cemal Süreyalar... Geriye dönmek istesem, o döneme dönmek isterim.


P: En son “O Tarz Mı?” adlı bir radyo programı yapmaya başladınız. Bize biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl gelişti bu süreç?


C.B: Ben üniversite dönemimde 4 sene kadar radyo programı yaptım, ek iş olarak. Hep böyle bir ukte kalmıştı içimde. Daha sonra müzik ya da şiir aracılığıyla radyolara çıkınca çocuklara söylüyordum. Ben de radyo yapıyordum, ne günlerdi, çok özlemişim radyoyu gibi. Boğaziçi Üniversite’sinde bir programa gittim. Çıktım, albüm konuştuk, şiir konuştuk. Onlara da anlattım, e yap abi dediler.


P: İsmi nasıl konuldu?


C.B: Bizim aramızda çok kullandığımız bir tabir.


P: Yeni hedefleriz var mı radyo konusunda?


C.B: Böyle güzel, bunu küçük tutmak istiyoruz. Bir de Radyo Boğaziçi’nin kısıtlı bir bant aralığı var, aynı anda sadece 9000 kişi dinleyebiliyor. Böyle daha güzel, çok serbestsin. O serbestlik çok hoşumuza gidiyor, büyürse bu kadar serbest olamayacağız diye endişe ediyoruz ama öte yandan çok eğlendiğimiz bir iş bu yüzden bu işi biraz daha geliştirmek isteyebiliriz.


P: OT Dergisi’nde yazmaya nasıl başladınız?


C.B: Emrah Serbes ile falan hep beraber oturuyorduk bir gün, Metüst (Metin Üstündağ) “İster misin yazmak?” diye sordu. Olur abi dedim, öyle başladı.


P: Konular nasıl çıkıyor dergi için?


C.B: Biraz Türkiye’nin sosyal formuna bağlı olarak değişiyor eğer çok çalkantılı bir şey yaşadıysak ki soracak olursanız ne zaman yaşamadık ki? Biraz öyle işliyor, biraz da işime döndüğüm zamanlarda kendime yazdığım birtakım şeyleri veriyorum, değişiyor yani.


P: Bu kadar farklı alanlarda değil de sadece bir alanda kendinizi ifade etmek zorunda kalsaydınız, müziği mi resmi mi yoksa şiiri mi tercih ederdiniz?


C.B: Ama ifadede eksik kalırdım, yani ifade edemezdim kendimi. Ben araya sıkışmış bir insanım bence o konuda. Dikkat dağınıklığım var benim, hiçbir şeye yüzde yüz odaklanamıyorum. Lirik yazmak benim hayatımdaki amaç. Onun etrafında da işte birtakım karakterimi süsleyen başka sanatsal öğeler var. Ama lirik yazmak, yazmak yani.


P: ”Şu filme iyi bir şarkı yazardım, müziklerini ben yapmalıydım.” dediğiniz bir film var mı?


C.B: Oo bu çok büyük bir şey. Film müziği daha önce hiç yapmadım dolayısıyla bilemem. Ayağımı kaydıran çok sevdiğim filmler var hatta müziklerini hiç beğenmediğim filmler de var ancak onlara bile bunu demedim.


P: Tarihten bir karakter olabilseydiniz, kim olmak isterdiniz?


C.B: Don Quixote, Peter Pan... Indiana Jones bile aklımdan geçti şu an ama Don Quixote diyelim.


P: "Savaşma seviş." gibi bir slogan söyleyecek olsaydınız, bu ne olurdu? Ya da hayat felsefeniz?


C.B: “Ars longa, vita brevis.” yani "Sanat kalıcı hayat kısadır."


P: Resimlerinizde ilk önce fikir mi oluşuyor yoksa duygu mu?


C.B: Değişiyor, bazen öylesine çiziyorsunuz bir şey oluyor, ya bu böyle bir ressamın gibi değil de ben nasıl yaptım o.


P: Resimlerinizde “Bon Oga” imzası görüyoruz. Neden Bon Oga?


C.B: Benim mahlasım. “Can Bonomo resim sergisi açıyor ve resimlerinin altında kendi isminin imzası var.” densin istemedim. J.K. Rowling, Harry Potter’ı yazdıktan sonra başka bir roman daha yazdı ve orada kendine başka bir isim yarattı. ”Hey çocuklar! Şu an Harry Potter okumuyorsunuz.” demeye çalıştı. Sanırım biraz bunun için. İnsanların resimlere bakarken bana olan sempatilerini ya da antipatilerini geride bırakmalarını istedim.


P: Şarkı sözlerini kendiniz yazıp kendiniz okuyorsunuz. Sizce bu mu daha kolaydır yoksa başkalarının yazdığı şarkı sözlerini okumak mı?


C.B: Bilmiyorum, yani ben başkasının sözlerini okuyamam. Ama o da çok ulvi bir şey, ben kendim bir şeyler anlatmak istiyorum. Başkasının anlattığını alıp tekrar seslendirecek kadar fena halde bir sesim yok zaten. Kendime kadar yazıp, kendim bir şeyler anlatıyorum.


P: Bizim gördüğümüz Can Bonomo hayatta hep isteklerinin, arzularının peşinden koşuyor ve çok da başarılı oluyor. Peki kendinizi 10 yıl sonra nerede görüyorsunuz?


C.B: Yarın nerede görüyorum, onu bile bilmiyorum.


P: 2012 Eurovision yarışmasında Türkiye’yi siz temsil etmiştiniz ondan öncesi ve sonrası nasıldı? Tanınırlık, gelen teklifler açısından çok değişiklik oldu mu?


C.B: Biz underground müzik yapıyorduk ve bunun belli bir kitlesi var Türkiye’de. Eurovision’a gidip geldikten sonra dinleyici kitlemiz yüzde bir ise yüzde üç yüz olmaya başladı. Ama geri döndüğümüzde bir karar vermek durumundaydık; biz bu kitlenin tamamını tutmak istiyor muyuz yoksa yapmak istediğimiz işi yapmaya devam mı etmek istiyoruz. Kendi bildiğimiz işi yapmaya karar verdik ve o başladığımız yüzde biri ikiye katlayarak yüzde iki şeklinde hayatımıza devam ediyoruz şu an.


P: Siz de bulundunuz mu yoksa şarkınızda söylediğiniz gibi bulunmanız gerektiğinizi mi düşünüyorsunuz?


C.B: Arandığımı düşünmüyorum ben artık.


P: Siz arıyor musunuz peki?


C.B: Ben buldum.


P: Gençlere bir mesajınız var mı?


C.B: İşlerine çok sıkı sarılsınlar. Bir alanda iyi olmaya çalışsınlar, birkaç alanda iyi olmaya çalışmak çok büyük bir vakit kaybı bence.


305 görüntüleme
Daha Fazlası: 
bottom of page